

Bir varmış bir yokmuş, yemyeşil ormanın kıyısında küçük bir köy varmış. İşte o köyde, Derya adında altı yaşında neşeli bir kız yaşarmış. Derya sabahları uyandığında önce güneşe “Günaydın!” der, sonra kahvaltıya yönelirmiş. Kahvaltı masasındaki peynir, zeytin ve ekmeği çok severmiş. Ama en önemli şey olan suyu içmek hiç aklına gelmezmiş. Bir gün, Derya evin bahçesinde oynarken ağaç yapraklarının arasından minicik bir ışık hüzmesi görmüş.

Parıldayan bu ışık, dans eder gibi havada süzülüyor, sonra pat diye toprakta kayboluyormuş. Derya merak içinde ışığı takip etmeye başlamış. Küçük adımlarla ağaç köklerinin arasına inmiş. Orada, minik bir su damlacığı ona bakıyormuş. Bu su damlacığının adı Damlacık’mış. Damlacık, pırıltılı mavi bir hortumdan akmışçasına canlı ve neşeliymiş. Derya şaşkınlıkla gözlerini ovuşturmuş. “Seni kim yarattı?” diye sormuş. Damlacık hafifçe kıpırdayıp, “Ben sana su içmenin önemini anlatmaya geldim!” demiş. Derya şaşırmış ama heyecanlanmış. Damlacık ellerine sıcacık bir sevgi dolu ışık vermiş. Derya, “Ama ben su içmeyi pek sevmiyorum” diye itiraz etmiş. Damlacık gülümseyerek içindeki minik ışıkları çoğaltmış. “Sen su içmedikçe ben göreve çıkamam” demiş. Derya merak etmiş. “Görev dediğin nedir?” diye sormuş. Damlacık, “Sana ve bütün canlılara hayat veren suyun yolculuğunu göstermek istiyorum” demiş. Derya’nın gözleri parlamış. “Peki gidelim o maceraya!” demiş heyecanla. El ele tutuşmuşlar ve sihirli yolculuk başlamış.

Önce kendilerini kocaman, çorak bir arazi üzerinde bulmuşlar. Etraflarını çatlamış toprak kaplamış. Hiç ağaç, çiçek ya da yeşil bitki kalmamış. Rüzgâr estiğinde tozlar havada uçuşuyor, küçük taşlar birbirine çarpıyormuş. Derya burnunu tıkamış. “Burada su yok mu?” diye sormuş endişeyle. Damlacık başını sallamış. “Bu topraklar susuz kaldığı için bitkiler ve hayvanlar yaşayamaz olmuş.” demiş. Tam o sırada yerde minik bir çiçek kuruma sancısıyla büzülmüş. Çiçeğin yaprakları gri, solgun olmuş. Derya kalbi sıkışmış. “Acaba bu çiçek su içerse canlanır mı?” diye fısıldamış. Damlacık ona dokunmuş ve birlikte yeri hafifçe sulamışlar. Birkaç damla su çiçeğin üzerine düştüğünde, çiçek derin bir nefes almış gibi genişlemiş. Yaprakları önce solmuş, sonra yavaşça canlanıp masmavi bir renge dönüşmüş. Derya şaşkınlıkla “Ne kadar da güzel olmuş!” demiş. Çiçek gülümseyerek Derya’ya minik bir çiçek tozu hediye etmiş. “Bunu bahçene dikersen, suyu hissettiğinde açarım” demiş. Derya tozu alıp cebine koymuş. Damlacık da “Haydi, bir sonraki durağa geçelim!” demiş.

Birden ikisi göz alıcı bir vaha manzarasıyla karşılaşmış. Bu vaha rengârenk çiçekler, yemyeşil ağaçlar ve minik göletlerle doluymuş. Kuşlar cıvıldıyor, kelebekler dans ediyormuş. Damlacık göle bakarak, “Burası Yaşam Vadisi. Burada su tüm canlılara neşe getirir.” demiş. Derya, “O zaman buradaki bitkiler ve hayvanlar her gün bol bol su içiyor olmalı” demiş. Küçük bir kaplumbağa su içmek için gölete gelmiş. Saman sarısı kabuğu su damlalarına değdiğinde parlamış. Kaplumbağa suyu yudumlarken “Her gün su içmek ne güzel.

Suyu hissetmek, kalbimi mutlu ediyor.” demiş sakince. Derya dönüp Damlacık’a bakmış. “Su içmeyince ben de kaplumbağa gibi ağır mı hissederim?” diye sormuş. Damlacık başını sallamış. “Kesinlikle, su bedeni oyun alanına çevirir!” demiş. Derya gülümsemiş. Göletin kıyısında kendi ellerini suya batırmış. Suyun soğukluğu avuçlarında dans edince sevinçle zıplamış. Birden biraz daha büyüyen bir köpük dalgası Derya’yı hafifçe sallamış. O anda koca bir su yaratığı ortaya çıkmış. Bu dev su tanrısı “Hoş geldin Derya!” demiş yüksek bir sesle. “Sen bu vadideki neşeye katkıda bulunacaksın!” demiş. Derya şaşkın ama mutluymuş. “Peki ama nasıl?” diye sormuş minicik bir heyecanla. Su tanrısı elini Derya’nın omzuna koymuş. “Köyünde su içmeyi unutana kadar bu neşenin sırrını koruyamazsın.” demiş. Sonra yok olmuş. Derya hafifçe öksürmüş. “Unutmam artık!” demiş kendi kendine. Damlacık da “Son durağa gidelim!” demiş.

Bir anda ikisi kaybolmuş ve bulundukları yer karanlık bir tünelin içine dönmüş. Tünel duvarları ince su damlalarıyla kaplıymış. Su damlarındaki ışıklar küçücük gölgelere yansıyor, tünel bir gökkuşağını andırıyormuş. Derya biraz ürperse de tutunduğu Damlacık moral vermiş. “Korkma, bu tünel suyun içinden geçen nehir gibi. Suyun kaynağına götürüyor.” demiş. Tünelden dökülen su damlacıkları yavaşça birleşerek zeminde küçük bir akarsu oluşturmuş. Akarsu, tünelin sonunda ihtişamlı bir mağaraya ulaşmış. Mağara duvarlarında ışıldayan minik kristaller ve su şelaleleri varmış. Ortada devasa bir taş havuz duruyormuş. Havuzun içindeki su öyle berrakmış ki ayaklar suya değse bile fiilen değmemiş gibi hissediliyor. Damlacık “Burası Bilgelik Havuzu” demiş. Derya, “Burada ne olacak?” diye sormuş heyecanla.

O sırada mağaranın gölgelerinden bir bilge su perisi çıkmış. Altın sarısı saçları su damlalarıyla ışıldıyor, gümüş teni kristaller kadar parlakmış. Peri, “Hoş geldin Derya. Sen suyun değerini öğrenmek için geldin.” demiş nazikçe. Derya başını sallamış. “Evet, ama bundan sonra ne yapmam gerekiyor?” demiş. Su perisi elini havuza daldırmış ve göğe su zerrecikleri fırlatmış. Zerrecikler havada süzülüp yeryüzüne inmiş. Her zerrecik toprağa değdiğinde bir tohum filizlenmiş. Filizlenen tohumlar birer çiçek, şelale, gölet oluşturmuş. Peri, “Bu senin görevin Derya. Su içtiğinde, bedenin bir damla su kadar temiz ve berrak olur. Böylece etrafına sevgi ve hayat saçarsın.” demiş. Derya bu sözleri duyunca kalbi pır pır etmiş. “Her yudum suyla gökte çiçekler açacaksa neden gün içinde su içmeyi unutayım ki!” diye sevinçle haykırmış. Su perisi el sallamış ve mağaradan yavaşça kaybolmuş. İşte o anda Derya bedeninin içindeki suyun rengini ve gücünü görebilmiş. Sanki vücudunda küçük bir denizci gibi yüzüyormuş.

Artık Derya köyüne dönme zamanı geldiğini anlamış. Damlacık ona el sallamış ve ikisi sihirli bir ışık halkasıyla köye ışınlanmış. Derya kendini kendi odasında bulmuş. Masasında duran su bardağına uzanıp büyük bir yudum çekmiş. Suyu içine çekerken bir bahar esintisi yayılmış bedenine. Tatildeki o bahar kokusu tüm ormanı kaplamışçasına canlıymış. Derya heyecanla anneannesinin yanına gitmiş. Onu kucaklamadan önce kocaman bir bardak su uzatmış. Anneannesi şaşkın gözlerle “Nereden geliyor bu susama hali kızım?” diye sormuş. Derya gülümseyerek suyu işaret etmiş. “Şuradan, canımızı koruyan küçük bir arkadaşım var artık.” demiş. İki yudum daha içmiş ve anlata anlata bitsin istememiş o macerayı. Sonra köy meydanına koşup arkadaşlarını toplamış. “Gel, suyun sırrını ben anlatayım!” demiş. Arkadaşları önce şaşırmış ama heyecanla Derya’yı dinlemeye başlamış. Derya onlara su damlacıkları, çorak topraklar, rengârenk vadilerden söz etmiş. Her anlattığı yerde minik bir su damlası belirip onlara tek tek uğramış. Çocuklar ellerindeki bardağı bitirmiş, sonraki taneler için birer bardak daha doldurmuş. O günden sonra köy halkı her gün en az üç bardak su içmeye başlamış. Bahçede çiçekler daha bir canlı, ağaçlar daha bir yapraklı olmuş.

Çocuklar su içtikçe enerjileri artmış, oyun alanlarında saatlerce koşup oynayabilmişler. Derya ise her gün birkaç damla su alıp bu damlacıkları tohumluk çiçek tozuna dokundurmuş. Bir yudum su, bir çiçek tomurcuğu bu sayede köy etrafı rengârenk bir bahçeye dönmüş. Geceleri de yıldızlar su damlacıklarını andıran pırıltılar saçmış gökyüzüne. Böylece Derya ve arkadaşları hem eğlenmiş hem de suyun sihrini bütün köyle paylaşmış. Ve elbette, Derya artık hiçbir zaman su içmeyi unutmamış. Her gün, her saat, bir damla suyun yüzlerce cana neşe ve hayat verdiğini bilerek yudum yudum mutluluk içmiş. Ve sonsuza dek temiz kalp ve sağlıklı bedenlerle yaşamışlar. Göklerinden minik bir damla yağar gibi iyilik ve neşe hiç eksik olmamış. Göklerden eksik olmayan o damlacık kadar saf ve berrak yaşayıp mutlu mesut bir şekilde varlıklarını sürdürmüşler. Gökkuşağı gibi parlak macera da böylece mutlu sonla noktalanmış. Sonra herkes yatağına gidip tatlı rüyalarda su kütlelerinde yüzmüş. Ve bir daha asla suyun önemini, bir damla içmenin mucizesini unutmamışlar. Gökleri selamlayarak suya şükürleri hiç bitmemiş. İyilik, sevgi ve sağlıklı günlerle masal burada mutlu sona ermiş.


Arkadaşlarınla Paylaş