

Bir zamanlar, uzak diyarların birinde, Renkli Bahar Köyü adında küçük ve sevimli bir yer varmış. Bu köyde gökyüzünün masmavi, çiçeklerin rengarenk ve kuşların cıvıl cıvıl ötüşleriyle adeta bir masal dünyası yaratılırmış. Köyde herkes birbirini sever, yardım eder ve her akşam evlerin pencerelerinden yayılan sıcak ışıklarla komşuluk sevgisini paylaşırmış.
Köyün tam ortasında, yeşilin binbir tonu ile bezenmiş bir bahçe bulunur, burada rengarenk güller, laleler, papatyalar ve menekşeler yeşil çimenlerin üzerini süsler, adeta bir ressamın tuvali gibi parıldarmış. Bahçenin tam ortasında ise minik bir ev bulunurmuş. Bu evde, sevgi dolu bir aile yaşarmış: anne Ayşe, baba Mehmet, on iki yaşındaki kızları Elif ve sekiz yaşındaki oğulları Can ile büyükannesi Nermin. Hepsi kalpten birbirini sever, her zorlukta birlikte omuz verir ve en güzel anıları birlikte parçalayarak hayatlarına anlam katarlarmış.

Bir bahar sabahı, anne Ayşe mutfaktan çıkan sıcak simit kokusunu havaya yayarken, pencereden dışarı bakıp gülümsedi. Çünkü bugün, ailece uzun zamandır planladıkları “Aile Günü”nü kutlayacaklardı. Aile Günü’nde her aile kendi yeteneklerini sergileyip birbirlerine hikayeler anlatır, birlikte oyunlar oynar ve en önemlisi, birbirlerine ne kadar değer verdiklerini anımsatırlarmış. Herkesin kalbinde sevgi ve neşe dolu bir hisle dolarken, aile üyesi Mehmet de kocaman bir sevinçle Can ve Elif’e “Bugün köyün en güzel bahçesinde piknik yapacağız ve yürüyüşe çıkacağız. Orda ağaçların altında masallar anlatacak, şarkılar söyleyeceğiz” diyerek planlarını anlatmış.
Güneş yavaş yavaş yükselirken, ailenin her üyesi özenle hazırlandığı, rengarenk kıyafetler giydiği ve gözlerinden parıldayan mutlulukla dışarı adım attığı görülmüş. Bahçeye vardıklarında, deniz gibi dalgalanan çimenler, çiçeklerin tatlı kokuları ve hafif esen bahar rüzgarı, sanki aileye “Hoş geldiniz, en değerli hazinemiz sizsiniz” der gibi karşılamış. Can ile Elif, bahçenin bir köşesinde kurulan minik masal köşesine doğru koşarak gitmişler. Burada, büyükbaba Recep’in anlattığı eski zaman hikayelerinin yer aldığı bir kitap sergilenmekteymiş. Can’ın gözleri, merakla dönüp duran kuşlara, Elif’in ise rengarenk çiçeklere hayran kalmasına sebep olan o sihirli köşeyi izlerken, aile üyeleri birbirlerine gülümseyerek bakmışlar.

Aile, piknik örtüsünü serdikten sonra masanın etrafında oturmuş, anne Ayşe’nin özenle hazırlamış olduğu taze salata, ev yapımı ekmek, meyve suyu ve tatlı mı tatlı ev yapımı kekin keyfini çıkarmaya başlamış. Bu sırada baba Mehmet, elindeki gitarı çıkarıp hafif bir melodi çalmaya başlamış. Melodi öyle büyüleyiciymiş ki, kuşlar bile sanki ona ortak olup neşeli cıvıltılarla melodiyi tamamlarcasına ötüyormuş. HerNota her nota, ailenin içindeki sevgi bağlarını biraz daha güçlendiriyor, gözlerden akan mutluluk, kalplerde büyüyen umutların bir yansıması gibiymiş.
Yemekleri bitirdikten sonra büyükannesi Nermin, minik bir sepetin içindeki gizli hazinelerden bahsedeceğini söylemiş. Sepeti açtığında içinden eski fotoğraflar, mektuplar ve anıların saklandığı küçük kutular çıkmış. Nermin, “Bınlarca yıl önce, bu evde yaşadığımız zamanlarda çekilmiş fotoğraflar, belki de birbirimizi ne kadar çok sevdiğimizi anlatır nitelikte… Her fotoğrafın, her harfin altında saklı olan bir masal vardır” diyerek anlatmaya başlamış. Elif ve Can, büyük bir hayranlıkla fotoğraflara bakmış, her birinin ardındaki hikayeleri dinlerken gözleri parlamış. Bu hikayeler, ailelerine yalnızca geçmişi anlatmakla kalmamış, aynı zamanda birlik, beraberlik, sevgi ve paylaşmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatmış.

Ardından aile, birlikte doğa yürüyüşüne çıkmış. Yürürken, çimenlerin üzerinde koşuşturan tavşanları, dallardan sarkan renkli kuşları ve nazlı nazlı esen rüzgarın melodisini bir bütün olarak dinlemişler. Baba Mehmet, “Sevgili çocuklar, doğa bize hep yaşamın ne kadar güzel olduğunu hatırlatır. Her ağacın, her çiçeğin, hatta her minik böceğin bile bir hikayesi var. Biz de bu hikayeleri öğrenerek daha iyi insanlar olabilir, daha fazla sevgi ve saygı ile dünyayı güzelleştirebiliriz” diyerek çocuklara doğanın sırrını anlatmış. Bu sözler, Can ve Elif’in gözlerinde parıldayan merak ışıklarını daha da artırmış, her adımda aileye olan bağlılıklarını yeniden hissetmişler.
Yürüyüş sırasında karşılarına esrarengiz bir patika çıkmış. Patika, eski ağaçların gölgesinde, adeta bilinmeyeni keşfetmeye davet eder gibi uzanıyormuş. Meraklarına yenik düşen çocuklar, anne ve babalarının elini sımsıkı tutarak, patikayı takip etmeye başlamışlar. Patikanın sonunda, gökyüzüne doğru uzanan devasa bir meşe ağacı varmış. Ağacın dalları, gökyüzüne ulaşır gibi yüksek, yaprakları ise altın rengi gibi parlıyormuş. Ailenin yaşlı üyesi, büyükannesi Nermin, “İşte bu ağaç, köyümüzde uzun yıllardır büyüyen ve nesilden nesile aktarılan Bilgelik Ağacı’dır. Her yaprağında sevginin, her dalında dostluğun, her kabuğunda ise aile bağlarının gücü saklıdır” diyerek çocuklara bu ağacın sırrını anlatmış. Çocuklar, adeta bir masal diyarında olduklarını hissederek, ağacın etrafında toplanmış, ağacın sıcaklığı ve yaşanmışlığının huzurunu içlerine çekmişler.

Günün ilerleyen saatlerinde, ailenin en küçük üyesi, minik fıkra ustası Can, “Bize bir masal anlatır mısınız, büyükannem?” diye sormuş. Büyükannesi Nermin gülümseyerek başlamış: “Bir zamanlar, devasa bir ormanda yaşayan şiirsel kuşlar, nazlı çiçekler ve neşeli rüzgarlar varmış. Bu ormanda yaşayan her canlı, birbirine sevgiyle bağlıymış. Ancak bir gün, ormanın en sessiz köşesinde, hüzün dolu bir ağaç varmış. Ağaç, yalnızlıktan şikayet ediyor, kimse onun gerçek değerini anlayamıyormuş. Bir gün, ormanda gezen küçük bir fare, ağacın yanına gelip elini uzatmış. ‘Sen de bizim gibi hasret, sevgiyi hak ediyorsun’ demiş. Fare, ağacın dallarını okşarken, ağaçta bir mucize gerçekleşmiş yapraklarından ışıklar dökülmeye başlamış, dalları yeniden yaşam bulmuş. O andan itibaren, ormandaki tüm canlılar, her türlü zorlukta birbirlerine omuz vererek, sevgiyle yaşamın en güzel masalını yazmaya başlamışlar.” Bu masal, ailenin her üyesinin yüreğine dokunmuş, sevginin, paylaşımın ve birlikte olmanın ne kadar değerli olduğunu adeta içlerine işlenmiş.
Gün batarken, aile bahçeye geri dönmüş. Gökyüzü kızıl ve turuncu renklere bürünürken, yıldızlar teker teker kendini göstermeye başlamış. Aile, güneşin vedasıyla birlikte, beraberce akşam namazı sonrasında dualar ederek günün güzelliğine şükretmiş. Anne Ayşe, “Bugün, aile olarak ne kadar güçlü olduğumuzu, doğanın ve geçmişimizin bize sunduğu sevgiyi yeniden hissettik. Hayat, tıpkı bu güzel bahçe gibi iyi bakılırsa, sevgiyle, özenle beslendiğinde, en güzel meyvelerini verir” diyerek sözlerini tamamlamış.

Akşam saatlerinde, aile evlerinin sıcak salonunda toplanmış, birlikte eski aile albümlerine bakıp, geçmişin izlerini aramış, her fotoğrafın ve her anının ardındaki değeri konuşmuşlar. Geçmişten gelen hikayeler, geleceğe umut tohumları ekmiş, her biri kalplerde yeni bir sevgi hikayesi yazılmasına vesile olmuş. Çocuklar, anne ve babalarının gözlerindeki mutluluğu, büyükannelerinin yaşanmışlığından gelen bilgelik dolu bakışları izlerken, “Bu ailede herkes çok değerli” düşüncesiyle birbirlerine sarılmışlar. Anlamışlar ki, aile sadece kan bağı değil, bir yüreğin tüm sevinçlerini, üzüntülerini paylaşabildiği en güzel topraktır.

Gecenin ilerleyen saatlerinde, evin dışındaki küçük verandada, yıldızlar altında, baba Mehmet ile Elif ve Can, sessizliğin içinde birbirlerine anlattıkları kişisel umutlarını, hayallerini paylaşmışlar. Mehmet, “Gelecekte belki de sizler, kurduğumuz bu sevgi ve birlik dolu ailenin hikayesini kendi çocuklarınıza aktaracaksınız. Unutmayın, gerçek zenginlik sevgiyle kurulan ailede saklıdır” demiş. O an, minik yüreklere işleyen bu sözler, ailenin birlikteliğinin, sevginin ne derece evrensel bir dil olduğunu bir kez daha pekiştirmiş.

Sonunda, tüm aile üyesi birbirini öperek, “iyi geceler” diyerek yataklarına çekilmiş. Gecenin sessizliğinde, pencereden sızan ay ışığı, sevgiyle bezeli o evin duvarlarını aydınlatırken, ailedeki her birey, hayatın en değerli hazinesi olan aile sevgisinin sıcaklığını hissetmiş. O gece, Renkli Bahar Köyü’nde, küçük evin içinde adeta bir masal daha yazılmış, sevgi, umut ve birlik dolu rüyalar gerçeğe dönüşmüş.

Ertesi sabah, güneş yeniden doğarken, aile yeni bir günün başlangıcını umutla karşılamış. Yüzlerinde dün akşamın masum gülüşleri, kalplerinde derin sevgi izleri, birbirlerine duydukları minnettarlık ve bağlılıkla, yeni maceralara doğru yol almışlar. Çünkü onlar biliyorlardı ki, hayatın her anı, sevgiyle, birlikte geçirdikleri her saniye, en özel masallardan birine dönüşüyordu. Ve böylece, Renkli Bahar Köyü’nde, sevginin, ailenin gücünün ve doğanın mucizelerinin anlatıldığı bu masal, umut dolu bir geleceğin habercisi olarak dilden dile, kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşamaya devam etmiş.

Masal burada mutlu sonla bitmese de, her yeni gün aileye yeni bir başlangıç, yeni umutlar ve tarifsiz mutluluklar getiriyormuş. Her zorluk, birlikte aşıldığında, sevginin gücüyle yeniden yeşeren bir çiçek gibi açar, kök salarmış. Ve sonsuza dek, Renkli Bahar Köyü’nde, küçük evin içinde, sevgi dolu bir aile, sonsuz masallar yazmaya devam etmiş.
Arkadaşlarınla Paylaş