Bir zamanlar, parlak bir gölün kenarında, çiçek kokulu bir vadide küçük ama sihirli bir krallık varmış. Bu krallığın kalbinde, ağaçların birbirine fısıldaştığı ve kuşların sabahları gökyüzüne şarkılar astığı bir yer uzanırmış: Gizemli Orman. Orman, adını gerçekte sakladığı sırlarından değil, dikkatle bakan herkese küçük sürprizler sunmasından alırmış. Yaprakların arasından geçen ışık bazen yıldız tozu gibi parlarmış, bazen bir dal yapraklara dokunur dokunmaz minik bir kahkaha duyulurmuş. Her gün yeni bir merak, yeni bir gülüş, yeni bir öğreniş varmış Gizemli Orman’da.
Bu krallıkta bir de peri prensesi yaşarmış. Adı Defne’ymiş. Defne’nin tacı altın değilmiş papatyalarla ve mor lavantalarla örülmüş küçük bir taç takarmış. Kelebek kanadı gibi ince ve şeffaf kanatları, güneş ışığına tutulunca renk renk ışıldarmış. Ama Defne’yi özel yapan tacı ya da kanatları değilmiş. Onu gerçekten özel yapan, büyük bir merak ve yumuşacık bir kalbi olmasıymış. O, küçük büyük her canlıyı dinler, sorular sorar, öğrenir ve öğrendiklerini başkalarıyla paylaşmayı severmiş. Kendince bir kuralı da varmış: “Sor, Dinle, Düşün, Denemekten Vazgeçme.” Bu sözleri, ne zaman bir şey zorlaşsa mırıldanırmış.
Bir sabah, Defne her zamanki gibi uyanmış, yüzünü göl suyuyla yıkamış ve çiçek tacını düzeltmiş. Güneş, bulutların arasından gülümserken Defne ormana doğru yürümüş. Fakat bir tuhaflık varmış. Normalde arılar cıvıldar, kuşlar şakır, yapraklar fısıldarmış. Bugün, sanki ormanın sevdiği şarkı unutulmuş gibi bir sessizlik varmış. Renkler de biraz soluk görünüyormuş. Kırmızı gelincikler eflatun yerine pembe gibi, göl mavisi sanki griye dönmüş. Arı Zilli, kanatlarını yavaşça çırparak Defne’ye yaklaşmış.
“Prenses,” demiş Zilli. “Bugün çiçeklerin nefesi hafif, nektarları az. Yolları bulmak da zorlaştı. Sanki ormanın kalbinde bir şeyler eksik.”
Defne, Zilli’yi dikkatle dinlemiş. “Sor, Dinle, Düşün, Denemekten Vazgeçme,” diye fısıldamış kendine. “Önce soralım.” Yürürken karşısına koca gövdeli, yaprakları gökyüzünü okşayan bir meşe ağacı çıkmış. Bu ağaca krallıkta herkes Usta Çınar dermiş.
“Usta Çınar,” demiş Defne, “neden orman bu kadar yorgun görünüyor?”
Usta Çınar’ın sesi derinden gelmiş, sanki toprağın içinden. “Ormanın Kalbi, küçük bir tohum kristali, derinlerde, Şarkı Pınarı’nın ardında saklıdır. Bazen ışığı kısılır. Işığı, dostluk ve özenle beslenir. Son günlerde hayvanlar birbirini az dinledi, rüzgarın hikayesini kimse sormadı, küçük tartışmalar büyüdü. Bir de unutulan bir söz var. Bu yüzden Ormanın Kalbi soluklandı.”
Defne’nin kaşları hafifçe çatılmış. “Unutulan bir söz mü?”
“Evet,” demiş Usta Çınar. “Ama bu sözü kim unuttu bilemem. Kimi zaman sözlerimizi saklayan tek yer kalbimizdir. Kalbindeki anahtarı bulursan, yol da açılır.”
Defne derin bir nefes almış, dört’e kadar saymış. “Sor, Dinle, Düşün, Denemekten Vazgeçme,” demiş. “Ben Ormanın Kalbi’ni bulacağım.”
Yanına bir küçük çanta almış. Çantasına bir şişe su, birkaç dilim ballı kek, minik bir ip ve bir de büyüteç koymuş. Yola çıkınca ilk önce dikenli bir çalılığa takılan küçük bir kirpi görmüş. Kirpinin adı Minnoş’muş. Dikenleri çalılara dolanmış, huzursuzca kıpırdanıyormuş.
“Merhaba Minnoş,” demiş Defne yumuşak bir sesle. “Dokunmamı ister misin? İzin verirsen dikkatlice kurtarmak isterim.”
Minnoş, “Çok korkuyorum ama sana güveniyorum,” demiş. Defne ipini çıkarıp yavaşça dalları kenara itmiş, hiçbir canlı dala zarar vermeden, aralardan geçerek Minnoş’u kurtarmış. “Bir, iki, üç, derin nefes,” diye sayarak Minnoş’un da sakinleşmesine yardım etmiş. Minnoş özgür kalınca sevinçle yuvarlanmış.
“Teşekkür ederim, Prenses. Sana borcumu ödemek isterim. Bu patikada ilerlersen bir dere var. Dikkatli ol taşlar kaygan. Ama derede bir kaplumbağa var adı Sabırlı. O sana yardım etmeyi çok sever.”
Defne, Minnoş’a gülümsemiş. “Unutma,” demiş, “zor anlarda önce nefes al, sonra düşün. Dikenler bile nazikçe yaklaşınca incitmez.” Minnoş başını sallamış, iki minik dikenini bir papatya yaprağına sürterek minik bir teşekkür notu bırakmış.
Defne patikadan yürüyüp dereye varmış. Dere, güneş ışığını gümüş gibi parlatıyormuş. Taşlar yosunlu, su serinmiş. Defne zıplayarak karşıya geçmeye niyetlenmiş, ama kaygan taşlar onu düşündürmüş. Tam o sırada Sabırlı Kaplumbağa başını sudan çıkarmış.
“Selam, küçük prenses. Aceleci misin?” diye sormuş.
Defne gülerek, “Acele etmek istiyorum ama akıllıca değil,” demiş. “Yardımını isteyebilir miyim?”
“Üzerime çık,” demiş Sabırlı. “Yavaş ve dengeli gidince varılmayan kıyı olmaz.” Defne, Sabırlı’nın kabuğuna nazikçe basarak ve onun ritmine uyarak karşıya geçmiş. Sabırlı tam ayrılırken bir bilmece sormuş: “Ne kadar çok paylaşırsan, o kadar çoğalır?”
Defne az düşünmüş. “Sevgi mi?”
Sabırlı gülmüş. “Sevgi de olur, bilgi de. İkisi de paylaşıldıkça çoğalır. Unutma: Paylaşmak, kalpleri büyütür.” Sonra suya dönmüş.
Ormanın derinlerinde, gökyüzünü görmenin zorlaştığı bir yere gelince, ağaçların üstünde bir şey parlamış. Bir saksağan, gagasında minik gümüş bir çan tutuyormuş. Çan, sabahları arıların uçuşunu, kuşların şarkısını başlatan, Ormanın Şarkı Çanı’ymış. Saksağan telaşla kanat çırpmış.
“Parlamak çok güzel,” demiş saksağan. “Bu çan o kadar parlak ki gözlerimi kamaştırdı. Ama şimdi geri götürmek istiyorum yükseğe sakladım, indiremem.”
Defne, saksağana kızmamış. “Parlak şeyleri sevmek suç değil,” demiş. “Birlikte çözebiliriz. Ben büyüteçle ışığı yansıtır, bir ateşböceği arkadaşımı çağırırım. Sen de kanadınla doğru yeri işaret edersin.”
Ateşböceği Kıvılcım, Defne’nin dostuymuş. Gelip ışığını çan üzerine düşürmüş. Defne, yakınındaki kalın sarmaşığı zincir gibi örüp bir asma yol yapmış. Saksağan, çanı tutup nazikçe aşağı sarkıtmış. Birlikte çalışarak çanı indirmişler.
“Teşekkür ederim,” demiş saksağan. “Parıltısı güzel diye aldım, ama şimdi anlıyorum bazı şeylerin yeri vardır. Yerine dönünce daha güzel çalar.”
Defne çanı çantasına koymuş. Çanın sesi hafifçe çınlamış sanki orman bir an gülümsemiş. “Duyuyor musun?” demiş Defne. “Ses, bize yolu gösterecek.”
Biraz daha ilerleyince, büyük sarmaşıklarla kaplı bir kapının önünde durmuş. Kapının üzerinde üç küçük yuvarlak taş varmış. Taşların yanına ince yazıyla şunlar kazınmış: “Açılmak için üç soru.”
İlk taşın yanında, “Naziklik nedir?” yazıyormuş. Defne hemen cevaplamamış. “Sor, Dinle, Düşün,” diye mırıldanmış. Gözlerini kapatmış, sabah Minnoş’u, saksağanı, Sabırlı Kaplumbağa’yı düşünmüş. “Naziklik,” demiş sonra, “bir canlının ihtiyacını görmek, izin isteyip zarar vermeden yardım etmek, doğru sözü doğru zamanda söylemektir.” Taş hafifçe ışıldamış ve cıvıldamış.
İkinci taşın yanında, “Cesaret nedir?” yazıyormuş. Defne derin bir nefes almış. “Cesaret,” demiş, “korkunun hiç olmaması değil. Korkarken bile doğru olanı yapmayı seçmektir.” İkinci taş da ısınmış, üzerinde küçük bir yaprak deseni belirmiş.
Üçüncü taşta, “Söz nedir?” yazıyormuş. Defne’nin kalbi bir an titremiş. “Söz,” demiş, “kalbimizin verdiği, zamanında yerine getirmek için gayret ettiğimiz, unutursak özür dileyip telafi etmek için çalıştığımız bir sözdür.” Üçüncü taş pırıl pırıl parlamış ve kapı yavaşça açılmış.
Kapının ardında Gölgeler Geçidi varmış. Ağaçların gövdeleri uzun uzun siyahlara dönüşmüş, rüzgar esince gölgeler hareket edermiş. Defne’nin içi ürpermiş. O anda ninesi hep söylediği bir oyunu hatırlamış: “Gördüğün beş şeyi say, duyduğun dört sesi, dokunduğun üç yeri, kokladığın iki kokuyu, tattığın bir şeyi.” Defne çevresine bakmış: yeşil yosun, beyaz mantar, kahverengi kabuk, sarı yaprak, uzaklarda mavi gökyüzünün küçük bir parçası. Dört sesi dinlemiş: su damlaması, rüzgar, uzak bir kurbağa, kendi kalp atışı. Üç yere dokunmuş: bir taş, bir yaprak, kendi çiçek tacı. İki kokuyu içine çekmiş: toprak ve lavanta. Ballı kekten küçük bir ısırık almış. “Tamam,” demiş, “buradayım. Korkum geçit kadar büyük görünse de, ben daha dikkatliyim.” Gölgeler sakinleşmiş, yol açılmış.
Sonunda, Şarkı Pınarı’na varmış. Pınarın suyu şeffaf bir perde gibi toprağın üzerine düşüyor, su damlaları ışıkla birlikte dans ediyormuş. Pınarın arkasında, küçük bir oyuk. Oyuğun içinde, ceviz büyüklüğünde, kristal gibi bir tohum parlıyormuş: Ormanın Kalbi. Ama ışığı zayıfmış. Defne ellerini kalbin üzerine uzatmış, sıcak mı soğuk mu anlamaya çalışmış. Tam o anda içinde bir anı canlanmış: Geçen hafta, ormanın ilkbahar şenliğinde Defne, Usta Çınar’a söz vermiş. “Her hafta bir Dinleme Saati yapacağım, herkes sırasıyla konuşacak, birbirimizi dikkatle dinleyeceğiz,” demiş. Ama geçen hafta yağmurla oyun oynamak o kadar eğlenceliymiş ki, Dinleme Saati’ni unutmuş. O gün, arılar ve kuşlar kimin önce şarkı söyleyeceğini tartışmış, sincaplar kabukları toplayan kargalarla anlaşamamış. Söz unutulunca, kalpler kırılınca, Ormanın Kalbi de solmuş.
Defne’nin gözleri dolmuş. Ormanın Kalbi’ne fısıldamış: “Özür dilerim.” Sesini biraz daha yükseltmiş: “Unuttuğum söz için özür dilerim. Telafi etmek istiyorum.” Elini pınar suyu ile ıslatmış, kalbin bulunduğu toprağın üzerine üç damla su bırakmış. “Naziklik, cesaret, söz,” demiş. “Bugün burada hep birlikte olalım.”
Kıvılcım ateşböceği, Zilli arı, Minnoş kirpi, saksağan ve Sabırlı Kaplumbağa sanki bir yerden bunu duymuş gibi ortaya çıkmışlar. Birer birer suyun kenarına dizilmişler. Usta Çınar’ın dalları hafifçe eğilmiş, gölge yaparak onları korumuş. Bilge bir baykuş da konuvermiş dallardan birine.
Defne, çantasından küçük bir tohum çıkarmış. Bu, dostluk tohumudur, hediyedir, diye anlatmıştı bir zamanlar ninesi. “Bu tohumu, dikkatle ve sevgiyle ekersek, Ormanın Kalbi’nin ışığını besler,” demişti.
“Bilmecenin cevabını hatırlayın,” demiş Defne. “Paylaştıkça çoğalan şeyi buraya getiriyoruz.” Herkes sırayla bir kelime söylemiş. Zilli, “Sevgi,” demiş. Kıvılcım, “Işık,” demiş. Minnoş, “Cesaret,” demiş. Sabırlı, “Sabır,” demiş. Saksağan, “Özür,” demiş. Baykuş, “Bilgelik,” demiş. Defne de “Söz,” demiş. Usta Çınar’ın yaprakları hışırdayıp, “Şefkat,” diye fısıldamış. Defne tohumu toprağa yerleştirip üzerini kapatmış, suyu dikkatle dökmüş. Sonra kızıl bir taşın üzerine oturmuş ve çanı eline almış.
“Şimdi bir dostluk şarkısı söyleyelim,” demiş. Şarkıları kolay, kelimeleri netmiş:
Dinlerim seni, dinlersin beni,
Rüzgar anlatır, korur hep bizi.
Sor, dinle, düşün, vazgeçme hiç,
Birlikte olunca ışıldar iç.
Arılar vızılda, kuşlar cıvılda,
Dostluk tohumu filiz ver burada.
Küçük kalpler büyük olur paylaşınca,
Ormanın kalbi parlar sarılınca.
Şarkı söylenirken, çan çınlamış bir çınlama, iki çınlama, üç çınlama. Her çınlamada pınarın suyu biraz daha ışıldamış, tohumun altındaki toprak hafifçe titreşmiş. Ormanın Kalbi, ceviz büyüklüğündeki kristal, sanki içinden güneş doğarmış gibi parlamaya başlamış. Su damlaları gökkuşağına dönüşmüş kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, mor, pembe hepsi bir aradaymış. Arılar çiçeklere yol bulmuş, kuşlar şarkılarını sırayla söylemiş, sincaplar kabukları paylaşıp kargalarla gülüşmüş.
Defne, kalbin ışığını izlerken kendi kalbi de sıcacık olmuş. “Bir sözü unutmak olur,” demiş. “Ama hatırlayıp telafi etmek daha güzeldir.” Ormanın Kalbi bir anlığına Defne’nin kalbine dokunmuş gibi olmuş. O dokunuş, “Küçük bir kalp büyük bir ışık taşıyabilir,” dermiş.
Geri dönüş yolunda, Gölgeler Geçidi artık ürkütücü görünmüyormuş. Defne, “Ben gölgeleri tanıyorum içinden geçen ışığı da,” diye gülümsemiş. Kapıyı oluşturan taşlar, veda eder gibi hafifçe pırıldamış. Saksağan, çanı Defne’nin çantasına dikkatle yerleştirmesine yardım etmiş. Dereyi geçerken Sabırlı, “Yavaş yürüyen de varır, acele eden de,” demiş. “Ama yavaş yürüyen daha çok görür.” Minnoş, papatyalardan küçük bir taç yapıp Defne’ye uzatmış. “Senin tacın zaten çiçeklerden,” deyince Defne gülmüş. “Benim en güzel tacım, sizin gülüşünüz.”
Krallığa vardıklarında, Usta Çınar tüm dallarıyla alkışlar gibi hışırdamış. Orman yepyeni bir şarkı tutturmuş. O gün Defne, herkesi toplayıp söz verdiği Dinleme Saati’ni yapmış. Çember olmuşlar. Herkes sırayla konuşmuş. Minnoş dikenleriyle yıldız çizdiğinde ne hissettiğini anlatmış. Zilli, rüzgarın yönüne göre nasıl dans ettiklerini paylaşmış. Saksağan, “Parlak şeyleri çok seviyorum ama yerinde güzeller,” demiş. Sabırlı, bir kaplumbağa masalı anlatmış. Defne hepsini dikkatle dinlemiş. Konuşan bitirince çan hafifçe çınlamış yeni birinin konuşma zamanı gelmiş.
Sonra Defne küçük bir ilan yapmış: “Her hafta bir gün ormanın bakım günü. Hep birlikte çöpleri toplayacağız, dalları kırmadan yolları açacağız, dere kenarını temizleyeceğiz. Ve her gün bir Dinleme Saati olacak. Önce soracağız, sonra dinleyeceğiz, sonra düşüneceğiz ve denemekten vazgeçmeyeceğiz.”
Akşam olunca, gölün kenarında büyük bir masa kurulmuş. Ballı kekler, taze böğürtlenler, cevizler, elmalar, dere kenarında kurutulmuş otlardan çay. Herkes paylaşmış. Zilli, Defne’nin omzuna konmuş. “Prenses,” demiş, “bugün çok şey öğrendim. En çok da özür dilemenin ışık açtığını.”
Defne gülümsemiş. “Ben de öğrendim,” demiş. “Korkularımızı isimlendirmek onları küçültür, sorular sormak yeni yollar açar, birlikte olmak kalpleri büyütür.”
Gece, yıldızlar gökyüzüne serilince Defne göle doğru yürümüş. Gölde kendi yansımasını görmüş. Yansımasında sadece bir peri prensesi değil, arkadaşlarının küçük ışıklarını, sözlerin sıcaklığını ve Ormanın Kalbi’nin parıltısını görmüş. Ninesi gibi gülümsemiş. “Sor, Dinle, Düşün, Denemekten Vazgeçme,” diye fısıldamış son kez. Sonra çanı başucuna asmış. Çan, rüzgar estiğinde hafifçe çınlayıp ona verdiği sözleri, sevdiği dostları ve ormanın şarkısını hatırlatacakmış.
Gizemli Orman o günden sonra daha da renkli, daha da canlı olmuş. Çocuklar ve minik periler ormana geldikçe, önce dinlemeyi öğrenmişler. Ona dokunurken izin istemişler dalları kırmadan, taşlara basarken severek yürümüşler. Bazen yine tartışmalar çıkmış elbette. Ama şimdi herkes biliyormuş: Bir nefes, dört sayı sonra bir soru, bir dinleyiş ve birlikte bir çözüm. Ormanın Kalbi her gün bir küçük ışık daha eklemiş ışığına. Ve bu ışık, kimi zaman bir çiçeğin gülüşünde, kimi zaman bir çocuğun “özür dilerim” deyişinde, kimi zaman da “seni duyuyorum” diyen bir bakışta görünür olmuş.
Ve böylece, Peri Prensesi Defne ve arkadaşlarının dünyasında, bir söz unutulsa bile sevgiyle hatırlandığında, bir korku büyük görünse bile cesaretle adlandırıldığında ve bir sır paylaşıldıkça dostluğa dönüştüğünde, her son yeni bir şarkının başlangıcı olmuş. Orman şarkı söylemeyi sürdürmüş Defne de kalbinin ışığını herkese paylaşmış. Mutlu günler birbirini kovalamış, geceler yıldızlarla süslenmiş. Ve Ormanın Kalbi, her çocuğun kalbine küçük bir ışık tohumcuğu bırakmış. Bu tohumcuktan, bir gün, dünyayı aydınlatacak kocaman bir sevgi ağacı çıkacakmış. Herkes, ama herkes, gülümsediğinde yaprakları hışırdayacakmış.
İşte bu yüzden, göle bakan o vadide ve fısıldayan Gizemli Orman’da, “iyi geceler” diyen her ses, “iyi ki varsın” diye cevap bulurmuş. Ve hepsi, ama hepsi, çok mutlu yaşarmış.
Arkadaşlarınla Paylaş
