Güneşin buğday başaklarını okşadığı, rüzgarın çan çiçeklerini hafifçe salladığı küçük bir köy vardı. Köyün kenarında, gümüş gibi parlayan bir dere ve onun ötesinde, sabahları nane kokan serin bir orman uzanırdı. Bu köyde Elif adında meraklı, gülüşü yağmur damlası gibi berrak bir kız yaşardı. Elif, yolda bulduğu minik taşlara isim verir, ağaçlara “günaydın” der, kuşların ötüşünü dinlerken sanki bir şarkıyı ezberler gibi dikkatle susardı. Annesi, “Ne güzel kalbin var kızım,” der, Elif de “İyilik tohum gibidir, anne, saçınca çoğalır,” diye cevap verirdi.
Köylüler akşamları ocakların başında masallar anlatırdı. Çoğu masalda ormanın derinliklerinde yaşayan perilerden söz edilirdi. Perilerin, Ayışığı Çınarı’nın dallarında geceleyin sessizce şarkı söylediği, sabah olunca çiğ tanelerini çiçeklere boncuk boncuk dizdiği söylenirdi. “Ama periler herkese görünmez,” derdi dedeler. “Sadece kalbi temiz olanların yollarına küçük ipuçları bırakırlar.” Elif, Ayışığı Çınarı’nı görmek için bazen gün doğmadan önce yola çıkar, çınarın gövdesine yüzünü dayayıp “Merhaba,” fısıldardı.
Bir gün ormanda yürürken titreyen bir tıkırtı duydu. Bir sincabın minik ayağı dikenli bir dala dolanmıştı. Elif hiç düşünmeden diz çöküp yumuşak sesiyle “Korkma, canım,” dedi. Cebinden mendilini çıkarıp dikenleri dikkatlice temizledi, sincap rahatlayınca da ona birkaç fındık bıraktı. O sırada çalıların ardında, saçları ay ışığı gibi parlayan, kanatları sabah sisi gibi yumuşak bir varlık gülümsüyordu. Bu, ormanın Peri Prensesi Lalin’di. Gözleri merhametle ışıldayan bu çocuğu uzun zamandır izliyor, insanlarla periler arasında kurulan ince köprünün yeniden güçlenebileceğini umut ediyordu.
Günler geçti, havalar ısındı. Dere yavaş yavaş çekildi, tarlalardaki filizler susuzluktan başlarını eğdi. Köylüler kaygılandı. “Bulutlar yolunu kaybetti galiba,” diye iç geçirdiler. Elif, dereye küçük taşlardan yol yapıp suya fısıldadı: “Seni kimse daraltmasın.” Ama su yine de azalmaya devam etti. Elif, evine dönerken yolda ağır bir testi taşıyan yaşlı bir nineye rastladı. Hemen testiyi tutup birlikte taşıdılar, suyu ihtiyaç sahiplerine paylaştırdılar. O akşam Elif yıldızlara bakıp sessizce bir dilek tuttu: “Keşke periler bizi duysa.”
Ertesi sabah Elif, Ayışığı Çınarı’nın altına bir yaprağın üzerine yazdığı küçük mektubu bıraktı. “Sevgili periler,” diye başladı. “Suyumuz azaldı. Biz de ağaçlarımızı korumaya, çöplerimizi toplamaya ve kuşlar için su kapları bırakmaya söz veriyoruz. Eğer başarabilirsek, biz de sizin gibi iyilik saçmak isteriz.” Mektubun yanına bir de çizim koydu: Minik bir kalp ile bir damla su yan yana. Sonra çınarın gövdesine hafifçe dokunup “Teşekkür ederim,” dedi.
Ormanın derinlerinde, ayışığından örülü bir salonda peri meclisi toplandı. Yaşlı periler insanlardan söz açınca bazıları çekingen oldu. “Eskiden söz verip unutanlar da gördük,” dediler. Peri Prensesi Lalin, Elif’in sincaba yardım ettiğini, su için paylaştığını, kibar sözlerle mektup yazdığını anlattı. “İyilik, kalpten kalbe yol bulur,” dedi. “Biz de onlara yolumuzu gösterelim. Ama onlardan doğayı korumaya devam edeceklerine dair söz isteyelim.” Peri Kraliçesi, kristal bir çanı hafifçe salladı. “Peki,” dedi. “Gökyüzünün kapısını aralayalım, fakat sözler tutuldukça yağmur tekrar yağacak.”
Gece olduğunda Elif, odasının penceresinden dışarıyı seyrederken odasına sıcak bir ışık doldu. Pencerede, tıpkı bir kelebek gibi hafifçe konan Peri Prensesi Lalin belirdi. Kanatları gündüz çiğinin içindeki gökkuşağı gibiydi. Elif’in gözleri büyüdü, ama korkmadı. “Merhaba Elif,” dedi Lalin, sesi tink diye çalan bir çan gibi neşeliydi. “Mektubunu okudum. Kalbinin sesini duydum.” Elif, “Siz gerçekten var mısınız?” diye fısıldadı. Lalin gülümsedi. “İyilik nerede varsa, biz oradayız.”
Lalin, Elif’i ormana doğru götürdü fakat bu, bir yürüyüş değil sanki bir rüyanın içine adım atmak gibiydi. Yol boyunca ateşböcekleri küçük fenerlere dönüştü, mantarlar yumuşak sandalyeler gibi ışıldadı. Ayışığı Çınarı’nın altına geldiklerinde Lalin avuçlarını birleştirdi. Parmaklarının arasından gümüş bir ip uzandı bu, “bulut yolu” idi. “Sözünü tuttukça bu yol açık kalacak,” dedi Lalin. “Siz doğayı koruyup paylaşmayı sürdürürseniz, biz de bulutları çağırır, çiçeklere su götürürüz.” Elif kararlı gözlerle başını salladı. “Söz veriyorum. Köyümdeki herkesle birlikte çalışacağım.”
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte ormanın üstünde yün gibi yumuşak, beyaz “bulut koyunlar” belirdi. Lalin, rüzgarın kulağına bir melodi fısıldadı. Rüzgar hafifçe esti, bulutları tepelere doğru sürdü. Ayışığı Çınarı’nın yapraklarından saydam çiğ damlaları sarkıp çiçeklerin yapraklarına kondu. Kısa bir süre sonra gökyüzü göz kırptı ve ince, şefkatli bir yağmur başladı. Toprağın kokusu yükseldi, dere gülerek yeniden akmaya başladı. Köylüler sevinçle ellerini göğe açtı. “Teşekkürler!” dediler. Elif, içten içe Lalin’e sarılmak istedi, ama sırrı korumak gerektiğini biliyordu.
Elif sözünü tuttu. Her sabah evinin önüne küçük kasecikler koydu içlerini temiz suyla doldurup yanına birkaç tane buğday bıraktı. Arkadaşlarına çöpleri nasıl ayıracaklarını anlattı. “Plastikleri bir araya, kâğıtları bir araya,” dedi. Tarlalarda çalışanlara su testileri taşıdı, yaşlı ninenin zili çalınca hemen koştu. Herkes birer küçük adım attı ve adımlar birleşince kocaman bir iyilik yolu oluştu. Dere kıyısına kavak fidanları diktiler fidanlara Elif ve arkadaşları isim verdi: Umut, Sevgi, Neşe…
Köy, yağmurun gelişini kutlamak için bir şenlik yapmaya karar verdi. Herkes evinden küçük bir ışık getirecek, meydanda masallar anlatılacak, çocuklar çiçek tacı takacaktı. Elif, “Perilere de teşekkür etmeliyiz,” dedi. Meydanın bir köşesine bir teşekkür ağacı yaptılar ağaca minik notlar asıldı: “Su için teşekkürler”, “Çiçek kokusu için teşekkürler”, “Dostluk için teşekkürler.” Gece yaklaştıkça gökyüzü yıldızlarla doldu, ateşböcekleri sanki gizlice bir şey planlıyor gibi hızlandı.
Şenlik tam başlamıştı ki aniden bir rüzgar esip bir feneri devirdi. Fenerin içindeki kıvılcım kuru otlara dokundu. Minik bir alev, koşan bir tilki gibi hızlıca büyümeye başladı. Çocuklar ürktü, birkaç kişi panikle bağırdı. Elif bir an için kalbinin çarptığını hissetti, sonra derin bir nefes aldı. “Herkes sıra olsun!” diye seslendi. “Tespih gibi su geçirirsek alevi söndürebiliriz!” Büyükler kovalara su doldurdu, çocuklar küçücük kaplarla su sıra içinde aktı.
Elif koşarken boynunda, o sabah Lalin’in verdiği yaprak kolye hafifçe “tıng” diye çaldı. Bu, yardım çağrısının sesiymiş. Peri Prensesi Lalin, ateşböcekleriyle birlikte görünmeden akşam göğünden süzüldü. Kanatlarını iki kez çırptı rüzgar, alevi büyüten değil, onu usulca yere bastıran bir ninniye dönüştü. Ormanın hayvanları da yardıma geldi: Kirpiler kuru yaprakları kenara iteleyip yolu temizledi, sincaplar üst dallardaki kırılgan parçaları güvenli yerlere taşıdı. Lalin avcundan gümüş gibi parlayan serin damlalar serpince kıvılcımlar sönüp yerini buğulu bir huzura bıraktı. Birkaç dakika sonra ateş durdu, şenlik alanı yeniden güvenli oldu.
Meydanda bir sessizlik oldu, ardından derin bir oh çekildi. İnsanlar birbirlerine sarıldı. “Birlikte başardık,” dedi muhtar. Elif, kalbinin tam ortasında bir sıcaklık duydu bunun adı güven di. O gece şenlik daha da anlamlı oldu. Masallar perilerden, ağaçlardan, suyun sabrından söz etti. Kimse perileri doğrudan göremediğini düşündü, ama herkes içten içe “Teşekkür ederiz,” dedi. Çünkü bazen bir yardım, gözle görünmez, ama kalple hissedilirdi.
Şenliğin sonunda Elif, meydanın sessiz bir köşesinde Lalin’i bekler gibi durdu. Rüzgar yaprakların arasında fısıldadı ve Lalin ortaya çıktı. “Senin cesaretin ateşten hızlıydı,” dedi Lalin, gözleri gururla parlayarak. “Ben de arkadaşlarımla geldim. İnsanların birbirine yardım ettiğini, sözlerini tutup doğayı koruduğunu görüp sevindim.” Elif utangaçça gülümsedi. “Biz de sizin gibi iyiliği çoğaltmak istiyoruz.”
Lalin, avuç içinden ince bir yaprak kolye çıkardı kolyenin damarları minik bir nehir gibi parlıyordu. “Bu kolye, iyilik çanı,” dedi. “Bir yerde birisi yardıma ihtiyaç duyduğunda hafifçe çalar. Sen duyduğunda elini uzat biz de elimizden geldiğince yanınızda oluruz. Ama unutma: İyilik aceleyle değil, sevgiyle yapılır. Bazen bir bardak su, bazen bir güzel söz, bazen bir sabır.” Elif kolyeyi boynuna taktı. “Söz veriyorum,” dedi. “Kulaklarım iyiliğin sesine açık olacak.”
Zaman geçti, dere şarkı söylemeye devam etti. Köylüler teşekkür ağacını büyüttü her yeni iyilik için bir yaprak daha astılar. Çocuklar yeni fidanlar dikti, kuşlar için minik evler yaptı. Yağmur gerektiğinde geldi, geldiğinde herkes toprağı sevgiyle karşıladı. Her akşam gökyüzünde biraz daha çok ateşböceği görünür oldu. Kimse bunun bir tesadüf olmadığını biliyordu.
Elif ile Peri Prensesi Lalin, artık görünmez bir iplikle bağlı iki yakın dost gibiydi. Elif yardıma koştuğunda kolyesi tıngırdar, Lalin ormanın nefesiyle yanıt verirdi. Lalin, Elif’e yıldızları sayarken “Dostluk, yıldızlar gibi,” dedi bir gece. “Uzakta görünse bile ışığına güvenirsin. İyilik yaptıkça yeni dostlar doğar.” Elif başını salladı. “Bazen ben insanlara yardım ederim, bazen siz bize. Aslında hepimiz aynı masalın kahramanlarıyız.”
Bir gün Elif, Ayışığı Çınarı’nın gövdesine küçük bir not daha yapıştırdı: “Sevgili periler, iyiliği paylaştıkça her şey kolaylaşıyor. Teşekkür ederim.” Çınarın yaprakları tatlı bir hışırtıyla cevap verdi. Rüzgar, köye doğru gülerek esti. O günden sonra köyün çocukları, gölgeyle ışık arasında yürürken bazen bir kanat hışırtısı, bazen de su damlası kadar küçük bir kahkaha duyduklarını söyledi. Yetişkinler gülümsedi. “Bu, iyiliğin sesi,” dediler.
Ve böylece, perilerin insanlara uzattığı görünmez el ile insanların doğaya uzattığı sevgi dolu el birbirine değdi. Bu dokunuştan yeni bir dostluk doğdu. Elif ile Peri Prensesi Lalin, herkesin kalbine bir tohum ekti: Yardım istemekten çekinmeyen, yardım etmekten zevk alan, sözüne sadık bir tohum. Tohumlar filizlendi, çiçek açtı, her çiçeğin içinde minik bir gülümseme gizlendi. Köyde masallar artık sadece geçmişten değil, bugünden de anlatılır oldu. Ve her masalın sonunda aynı cümle yankılandı: İyilikten doğan dostluk, en güzel sihirdir. Mutlu yaşadılar, iyilikle büyüdüler.
Arkadaşlarınla Paylaş
