Güneşli bir bahar sabahıydı. Işıklı Köyü’nün etrafındaki tarlalar yeni uyanmış gibi kokuyordu nane, toprak ve sıcak ekmek kokusu havada karışıyordu. Köyün ortasında küçük bir çeşme vardı. Su tıngır mıngır şarkı söyler, çocuklar etrafında seksek oynardı. İşte bu köyde, saçları koyu kahve, gözleri pırıl pırıl parlayan, adı kadar tatlı bir kız yaşardı: Gül. Adını, evlerinin önündeki pembe güllerden almıştı. Gül’ün en sevdiği şey, sabahları erkenden uyanmak, kırmızı fularını boynuna bağlamak ve “Bugün kime yardım edebilirim?” diye düşünerek dışarı çıkmaktı.
Gül’ün yardımseverliği bütün köyde bilinir, “Gül’le konuşursan içini ısıtan bir şey olur,” derlerdi. Gül, bakkal amcanın düşen portakallarını toplar, komşu teyzeye çiçeklerini sulamada yardım eder, oyun oynarken ağlayan arkadaşının dizini okşayıp “Geçer, ben buradayım,” derdi. Annesi bazen onu kucaklar, “Unutma, küçük iyilikler büyük mutluluklar getirir,” diye fısıldardı. Gül bu sözü kalbine yazmıştı.
Ama o sabah bir şey farklıydı. Kuşlar ötmekten çekiniyor gibiydi. Çeşmenin suyu birden bire kesildi. Şıpırtı şakırtı sustu. Köylüler şaşkınlıkla çeşmenin başına toplandılar. “Sanki orman usulca uykuya dalmış,” dedi yaşlı dede. Gül, gözlerini kocaman açıp etrafa bakındı. Rüzgâr da yorgun, bulutlar da üzgün görünüyordu.
Gül, “Neden sustu bu şarkılar?” diye fısıldadı ve karar verdi: Ormana gidip ne olduğunu soracaktı. Kırmızı fularını sıkıca bağladı, küçük çantasına bir dilim ekmek, bir elma ve annesinin ördüğü minik mendili koydu. “Dikkatli ol,” dedi annesi. “Kalbini açık tut. İyilik yolunu aydınlatır.” Gül gülümseyip yola çıktı.
Ormanın kıyısında minik bir karınca gördü. Karınca, kendinden büyük bir ekmek kırıntısını taşımaya çalışıyordu ama kırıntı sağa sola sallanıyor, karınca bir sağa bir sola düşüyordu. Gül diz çöktü. “İstersen ben de küçük bir parça vereyim,” dedi ve kendi ekmeğinden ufak bir parça kopararak karıncaya uzattı. “Bazen paylaşmak daha kolaylaştırır.” Karınca antenlerini oynatıp sevinçle vızıldadı. “Teşekkür ederim, iyi kalpli Gül,” dedi. Gül şaşırdı ama gülmekten kendini alamadı. Karınca, “Bu bir cesaret tohumu,” diyerek parmak kadar altın rengi bir tohum verdi. “Ne zaman bir kalp korkarsa, bu tohum ona cesaret fısıldar.” Gül tohumu dikkatle çantasına koydu. “Ne güzel bir hediye,” dedi ve yoluna devam etti.
Ormanın içine doğru yürürken bir hıçkırık sesi duydu. Çalıların arasından küçük bir kirpi çıktı. Tüyleri kabarmıştı ve bir ayağına diken batmıştı. “Canım yanıyor,” diye mırıldandı kirpi. Gül, “Korkma,” dedi yumuşak bir sesle. “Yavaşça alacağım.” Mendilini ıslattı, dikeni usulca çekti ve kirpinin ayağını temizledi. Kirpi derin bir nefes aldı. “Oh!” dedi ve gülümsedi. “Senin gibi nazik birini görmek ne güzel. Teşekkür olarak sana gizli bir yolu göstereyim.” Kirpi küçük burnunu havaya kaldırdı. “Güneşin dokunduğu yaprakların altında bir patika var. O patika seni Ormanın Kalbi’ne götürür.” Gül kirpinin peşinden yürüdü ve dikenli dalların arasından geçen, yere dökülmüş sarı yaprakların üstünde parlayan bir patika buldu.
Patikadan giderken gökyüzü aniden grileşti. İnce bir bulut Gül’ün üzerinde durdu. Hafif hafif ağlıyordu. “Neden ağlıyorsun?” diye sordu Gül. Bulut bir süre sessiz kaldı. “Yağmur olmayı unuttum,” dedi. “İçimde su var, ama nasıl dökeceğimi bilmiyorum. Gök gürlemiyor, rüzgâr uğurlamıyor. Herkes suskun.” Gül ellerini çırptı. “Yağmur dansı yapalım!” dedi. “Ben bir ritim tutayım, sen de tıpır tıpır bana eşlik et.” Gül ayağıyla yumuşak toprağa hafif vuruşlar yaptı, şarkı söylemeye başladı: “Damla damla in, toprağa can ver.” Bulut önce çekindi, sonra küçük tıpırtılarla dansa katıldı. Bir, iki, üç derken, bulutun eteklerinden minik damlalar dökülmeye başladı. Yapraklar pırıldadı, tozlar yıkandı, çiçekler gülümsedi. Bulut, “Ah!” dedi sevgiyle. “Başardım.” Gül’ün avucuna bir damla bıraktı. “Bu Damla Yüreği. Ne zaman bir kalp susuz kalırsa, bu damla ona yolu gösterir.” Gül damlayı küçük bir şişeye koydu ve boynuna astı.
Bir süre sonra, yolun kenarında eğilmiş yaşlı bir söğüt ağacı gördü. Dallarından biri kırılmak üzereydi. Ağacın altındaki sazlar inceden inceden sızlanıyordu. “Ah canım dalım,” diye fısıldadı söğüt. Gül, “Sabret,” dedi. Mendilini tekrar çıkardı, tutamları birbirine bağladı, kırılan dalı nazikçe sardı. “İyileşene kadar tutar,” dedi. Söğüt dalını salladı. “Kalbin yumuşak, ellerin şefkatli,” dedi. Sazların arasından küçük bir kaval çıktı, ışıl ışıl. “Bu Rüzgâr Kavalı,” dedi söğüt. “Çaldığında rüzgâr dost olur, fısıltısını seninle paylaşır.” Gül kavalı özenle çantasına koydu.
Yoluna devam ederken bir çocuk ağlayışı duydu. Köyden arkadaşı Mert, uzun ipli bir uçurtmayı kucaklamış, ipi düğümlenmişti. Rüzgâr da eser gibi yapıp kaçıyordu. “Uçurtmam uçmuyor,” dedi Mert. Gül, “Birlikte çözelim,” dedi. İpi sabırla çözmeye başladı. Düğümler bazen zordur, ama Gül acele etmedi. Düğüm çözülünce uçurtma hafifledi. Gül Rüzgâr Kavalı’ndan küçük bir ezgi çaldı. Rüzgâr kıkırdadı ve usulca esti. Uçurtma göğe yükseldi. Mert sevinçle gülüp Gül’e sarıldı. “Sen harikasın,” dedi. “Bunu al, belki işine yarar,” diyerek parlak bir zilli boncuk verdi. “Bu boncuk, sevincin sesidir.” Gül boncuğu cebine koydu. “Asıl harika olan, birlikte başarmamız,” dedi.
Patika onları küçük bir köprüye götürdü. Ama köprünün ortası çökmüştü. Karşıda tilki Tıkır bekliyordu. “Buradan geçmek isteyen,” dedi tilki, “önce düşünmeli: Bir kişi mi daha güçlüdür, yoksa bir araya gelen eller mi?” Gül etrafına baktı. Yakında kütükler, taşlar vardı. “Bir araya gelen eller,” dedi gülerek. “Hadi birlikte onaralım.” Kirpi geri döndü, küçük taşı itti. Tilki ince dalları taşıdı. Gül kütükleri yerleştirdi. Rüzgâr Kavalı’ndan bir melodi çaldı rüzgâr yaprakları taşıdı, aralara doldu. Birlikte, köprüyü onardılar. Tilki göz kırptı. “İyilikle örülen köprüler, en sağlam olanlardır,” dedi.
Köprünün ötesinde Ormanın Kalbi denen açıklığa ulaştılar. Ortada, eskiden gümüş gibi parlayan bir göl vardı. Şimdi göl grileşmiş, yüzeyi cansız ve sessizdi. Etrafta su zambakları kafalarını eğmişti. “İşte sessizliğin nedeni bu,” dedi kirpi. “Göl, şarkısını kaybetti.” Gül içinden derin bir nefes aldı. Elini boynundaki şişeye götürdü. Damla Yüreği ılık ılık parlıyordu. “Şarkıyı bulabiliriz,” dedi.
Birden gölün kıyısında koca bir kaplumbağa belirdi. Kabuklu sırtında yosunlar vardı, gözleri bilge bilge bakıyordu. “Ben Uykucu Kaplumbağa,” dedi. “Göl uykuda. Uyandırmak için üç şeyi bir araya getirmen gerekir: Cesaretin sesi, rüzgârın nefesi ve kalbin damlası.” Gül çantasından altın rengi tohumu çıkardı. “Bu cesaret tohumu,” dedi. “Korkular küçülünce cesaret büyür.” Tohumu göl kıyısındaki yumuşak toprağa dikkatle ekti. “Büyümen için sevgi lazım,” diye fısıldadı. Sonra Rüzgâr Kavalı’nı çıkarıp üfledi. Kavalın sesi ince ince yükseldi. Ağaçlar kıpırdadı, bulutlar kıvrıldı. Bulutcuk, uzakta bir yerden koşa koşa geldi. “Dans etmeye hazır mısın?” dedi Gül. Bulutcuk bir dönüş yaptı, sonra damla damla yağdı. Gül Damla Yüreği şişesini açtı, bir damla göle düşürdü.
Önce hiçbir şey olmadı. Gül, içindeki minik korkunun kıpırdadığını hissetti. “Ya başaramazsak?” diye düşündü. Sonra annesinin sözünü hatırladı: “Kalbini açık tut.” Cebindeki zilli boncuk hafifçe şıngırdadı. Boncuğun sesi sanki “Hadi, vazgeçme,” diyordu. Gül kavalı bir kez daha çaldı, bu kez Mert’ten öğrendiği sevinçli ritmi ekledi. Tilki patilerini yere vurdu. Kirpi tık tık eşlik etti. Karıncalar bir çizgi gibi ilerleyip tohumun etrafında küçük bir dans yaptı. Hep birlikte bir şarkı söylediler: “Cesaretle, sevgiyle, birlikte…”
Gölün yüzeyinde halkalar oluştu. Grilik çözülmeye başladı. Ektiği tohum, bir anda filiz verdi. Minik filiz güneşi görünce büyüdü, büyüdü, altın saçaklı bir çiçek oldu. Çiçeğin ortasında, su damlaları kristal gibi parladı. Göl derin bir nefes almış gibi dalgalandı ve sonra... şarkı söyledi! Tıpkı çeşmenin sesi gibi, ama daha derin ve tatlı. Sazlar mırıldandı, söğüt dalını sallayarak eşlik etti.
Ormanın üzerinde bir gökkuşağı belirdi. Gül yerinden zıpladı. “Başardık!” Tilki kuyruğunu salladı, kirpi döndü, karıncalar yelpaze gibi açıldı. Bulutcuk son bir kere daha dönüp gökkuşağını parlattı. Uykucu Kaplumbağa başıyla selam verdi. “İyilik bir tohumdur,” dedi. “Sen ektin, orman büyüttü. Şimdi köyün çeşmesi de uyanacak.”
Gül, kalbinde sıcak bir sevinçle köye doğru koştu. Yolda, Mert yine uçurtmasını uçuruyordu. “Gördün mü?” diye bağırdı Gül. İkisi de güldü. Köye geldiklerinde çeşmenin suyu fışkırarak akıyordu. Çocuklar ellerini suya sokuyor, kadınlar testilerini dolduruyor, dedeler taşlı bankta gülümsüyordu. Çeşmenin sesi, tıpkı gölün şarkısı gibi tatlıydı. Herkes Gül’ü görünce “Yaşasın Gül!” diye alkışladı. Gül utandı, yüzü pembeleşti. “Ben tek başıma yapmadım,” dedi. “Ormanla, arkadaşlarımla, rüzgârla, bulutla beraber yaptık.”
Köy meydanında küçük bir kutlama yapıldı. Bakkal amca simit dağıttı, fırıncı teyze tarçınlı çörek ikram etti. Tilki, kirpi ve karıncalar uzaktan bakıp başlarıyla selam verdiler. Söğüt ağacı, rüzgârla birlikte yumuşak bir ezgi gönderdi. Bulutcuk gökyüzünde minik bir kalp şekli çizdi. Uykucu Kaplumbağa ise uzaktan yavaşça el salladı. Gül, annesinin yanına oturdu. “Gurur duyuyorum,” dedi annesi. “Senin iyiliklerin sadece insanlara değil, ormana ve bulutlara da dokunuyor.”
O günden sonra Gül’ün kalbinde minik bir çan çalmaya başladı. Bu çan kimse duyamazdı, yalnızca Gül. Ne zaman biri yardıma ihtiyaç duysa, şıngır şıngır bir ses kalbinde duyulurdu. Bir gün komşu teyzenin balkonu çiçeklerle dolmuş, su istemişti çan çaldı ve Gül koştu, çiçekleri suladı. Başka bir gün, küçük bir kedi yolunu kaybetmişti çan çaldı, Gül kediyi annesine kavuşturdu. Çan her çaldığında, Gül gülümseyerek, “Ne güzel, iyilik zamanı,” derdi.
Elbette, bazen hava kapalı olur, rüzgâr küser, bulutlar ağlardı. Ama Gül, öğrendiği şeyi hiç unutmadı: İyilik küçük, sabır nazik, sevgi güçlüydü. Düğümler sabırla çözülür, köprüler el ele onarılır, şarkılar birlikte söylenince daha güzel duyulurdu. Karınca ona paylaşmayı, kirpi nazik olmayı, bulut cesurca denemeyi, söğüt yumuşaklıkla sarıp sarmalamayı, tilki ise birlikte düşünmeyi öğretmişti. Mert ile de mutluluğun paylaştıkça büyüdüğünü anlamışlardı.
Bir akşamüstü, güneş dağın arkasına saklanırken, Gül çeşmenin başına oturdu. Elini suya daldırdı. Su, parmaklarının arasından gülerek geçti. Rüzgâr saçlarını okşadı. “Teşekkür ederim,” dedi Gül, gökyüzüne bakarak. “Bana iyi kalpli olmanın yollarını gösterdiğin için.” Tam o sırada, cebindeki zilli boncuk tınladı. Gül boncuğu çıkardı, güneşe tuttu. Boncuk gökkuşağının tüm renkleriyle parladı. “Bu boncuk bana herkesin içinde bir sevinç olduğunu hatırlatıyor,” diye mırıldandı. “Bazen sadece birinin yanında durmak, bir gülümseme, bir küçük yardım… Hepsi birer şarkı notası.”
Ertesi gün, köy okulunda öğretmen, çocuklara “Kahraman kime denir?” diye sordu. Çocuklar bir süre düşündüler. Kimisi, “Pelerin giyene,” dedi, kimisi “Uçabilene.” Gül elini kaldırdı. “Bence kahraman,” dedi, “ihtiyacı olana yardım etmekten korkmayandır. Küçücük ellerle bile büyük işler yapılır.” Sınıf alkışladı. Öğretmen gülümsedi, “Çok güzel söyledin,” dedi. “İyilik, en büyük kahramanlıktır.”
Gül her sabah yeni bir güne uyanırken, kalbindeki minik çanı dinledi. Bazen çan sessiz olurdu o günlerde Gül, birini dinlemek ve onunla birlikte gülmek gibi küçük iyilikler yaptı. Bazen çan şakır şakır çalardı o günlerde yeni maceralara atıldı. Bir defasında, ormandaki küçük bir kuş, yuvaya dönmek için yolunu şaşırmıştı. Gül rüzgârla konuştu, kavalını çaldı, bulutun gölgesinden bir ok gibi bir yol çizdiler. Kuş yuvaya döndü. Başka bir defasında, tarladaki susamış çiçekler, bulutun nazıyla şenlendi. Bir gün de, köyün yaşlı saatinin akrep ve yelkovanı durdu. Gül gülerek, “Düğümler sabırla çözülür,” dedi ve saatçinin yanında küçük vidaları yavaşça yerine oturttu. Saat yeniden tıkırdamaya başlayınca, köyün zamanı da sanki yepyeni bir şarkıya girdi.
Günler böyle tatlı tatlı geçerken, herkes Gül’ün iyiliklerini konuşur oldu. “Bu kızın yanında umut filizleniyor,” derlerdi. “Bir bakışı, bir sözü, bir adımı bile iyi gelir.” Ama Gül kendini hiç büyük görmedi. “Ben sadece kalbimi dinliyorum,” derdi. “Herkes dinlerse kendi minik çanını duyar. İyilik çanı, tık tık, tık tık…”
Ve masalın sonunda, göl yine parlak, çeşme yine şakırtılı, gökyüzü yine renkliydi. Ormanın hayvanları ve köyün insanları birlikte şarkı söyledi. Gül, kırmızı fularını rüzgâra bırakıp kavalıyla melodiler çaldı. Çocuklar el ele tutuşup dans etti, büyükler gülümsedi, bulutcuk gökyüzünde kalp şekilleri çizdi. Uykucu Kaplumbağa bile kabuğundan başını çıkarıp ritme ayak uydurdu. Herkes birbirine yakın, herkesin kalbi ılık ılık atıyordu.
İşte Gül’ün masalı böyle. O, yaptığı iyiliklerle sadece ormanı ve köyü değil, insanların birbirine bakışını da değiştirdi. Çünkü iyilik bulaşıcıdır bir kişiden başlar, bütün dünyayı sarar. Gül bunu bildi ve hepimize hatırlattı: Birlikteyken daha güçlüyüz, sevgiyle en zor düğümler bile çözülür. O gece, yıldızlar pırıl pırıl parlar, rüzgâr mırıl mırıl fısıldarken, herkes huzurla uykuya daldı. Gül, bir sonraki günün iyiliklerini düşünerek gülümsedi ve gözlerini kapadı. Mutlu son.
Arkadaşlarınla Paylaş
