Güneşli bir sabah, Mert adındaki altı yaşındaki bir çocuk odasının penceresinden dışarı bakıyordu. Kuşlar cıvıldıyor, rüzgâr ağaçların yapraklarını nazikçe sallıyordu. Ama Mert’in içi biraz sıkılmıştı. Çünkü o gün kimse onunla oynamaya gelememişti. Oyuncak arabaları, pelüş ayısı ve renkli legoları bile ona sıkıcı görünüyordu.
Birden gözleri odasının köşesindeki eski ahşap sandığa takıldı. Bu sandık, dedesinden kalmıştı. Anneannesi hep, “Bu sandık çok özel, içinde zamanın unuttuğu şeyler var,” derdi. Mert, sandığın önüne gidip eğildi. Üzerindeki tozu üfledi. Sandığın kapağı gıcırdayarak açıldı.
İçinde eski kitaplar, sararmış mektuplar ve renkli bir top vardı. Ama en altta, mavi kaplı, üzerinde altın rengi harflerle “Farklı Dünyaların Defteri” yazan bir defter gördü. Merakla defteri eline aldı. Sayfalarını hızlıca karıştırırken bir sayfada parlak, yuvarlak bir çizim fark etti. Çizimin altında küçük harflerle şöyle yazıyordu:
“Dokun ve hayal et. Cesur kalpler için kapı açılır.”
Mert, “Gerçek mi acaba?” diye mırıldandı. Parmak ucuyla parlak çizime hafifçe dokundu. O anda etrafını yumuşak bir ışık kapladı. Gözlerini sıkıca kapattı. Kalbi hızlı hızlı atıyordu ama nedense hiç korkmuyordu. Işık yavaş yavaş dağıldığında, Mert gözlerini açtı ve kendini bambaşka bir yerde buldu.
Etrafı gökyüzü kadar mavi, pamuk şekerine benzeyen bulutlarla dolu bir dünyadaydı. Ağaçların gövdeleri gökkuşağı rengindeydi, yaprakları ise cam gibi parlıyor, güneş ışığında binlerce renge dönüşüyordu. Yerdeki çimenler minik ışıltılar saçıyor, sanki yıldızlarla süslenmiş bir halı gibiydi.
“Vay canına…” dedi Mert, “Burası neresi?”
Tam o sırada arkasından ince, cıvıl cıvıl bir ses duydu.
“Gökyüzü Dünyası’na hoş geldin!”
Mert şaşkınlıkla arkasına döndü. Karşısında, kanatları kelebek kanadına benzeyen, saçları pamuk şekeri gibi kabarık, küçük bir çocuk duruyordu. Üzerinde parlayan mavi bir tunik, ayaklarında yumuşacık beyaz ayakkabılar vardı.
“Ben Luna,” dedi çocuk, gülümseyerek. “Sen kimsin ve buraya nasıl geldin?”
“Ben Mert. Sanırım bir deftere dokundum ve… bir anda buraya ışınlandım,” diye cevap verdi Mert.
Luna, “Ohoo, demek büyülü defter nihayet birini seçti! Çok şanslısın Mert. Farklı dünyaların kapısını sadece meraklı, iyi kalpli ve cesur çocuklar açabilir,” dedi.
Mert’in gözleri parladı. “Burada ne yapılıyor? Oyunlar var mı? Uçabiliyor muyuz?” diye sordu ardı ardına.
Luna kıkırdadı. “Tabii ki uçabiliyoruz!” dedi ve ince kanatlarını çırpıp yavaşça havalandı. “Ama önce bir kuralı öğrenmelisin: Bu dünyada her şeyin bir dengesi var. Ne kadar yükseğe çıkarsan, o kadar dikkatli ve sorumlu olmalısın. Sadece eğlenmek yetmez, etrafındaki canlıları da düşünmelisin.”
Mert başını salladı. “Tamam, söz veriyorum. Dikkatli olacağım.”
Luna, Mert’in elini tuttu. O anda Mert’in ayaklarının altındaki çimenler parladı ve hafiflediğini hissetti. Yavaşça havaya yükseldi. Önce biraz korktu, ama sonra rüzgârın yüzüne dokunuşu onu rahatlattı. Aşağıya baktığında gökkuşağı ağaçlarının dallarında oturan şarkı söyleyen kuşlar gördü. Bazı bulutların üzerinde ise başka çocuklar seksek oynuyor, gülüyorlardı.
Luna, “Burada herkes paylaşmayı ve birlikte oynamayı bilir,” dedi. “Bak, kimse oyuncağını saklamıyor. Çünkü bilirler ki paylaşınca oyun daha eğlenceli olur.”
Mert aşağıdaki çocuklara baktı. Gerçekten de bir grup çocuk, tek bir uçan topu sıra ile kullanarak oyun oynuyordu. Kimse “Bu benim!” diye bağırmıyordu. Mert içinden, “Keşke bizim mahalledeki çocuklar da böyle olsa,” diye geçirdi.
Bir süre havada süzüldükten sonra Luna, “Şimdi sana başka bir dünya göstermek isterim. Çünkü Farklı Dünyaların Defteri’yle sadece tek bir yere gidilmez. Birçok yer görmelisin ki her dünyanın güzelliğini ve kurallarını anlayabilesin,” dedi.
Mert, “Peki buradan nasıl gideceğiz?” diye sordu.
Luna gülümsedi. “Gözlerini kapa ve gitmek istediğin yeri hayal et. Ben bu sefer Ormanlar Dünyası’nı hayal ediyorum. Sen de ağaçları, hayvanları düşün. Sonra birlikte sayalım: Bir, iki, üç!”
Mert gözlerini kapadı. Kocaman ağaçlar, sevimli sincaplar, ceylanlar ve kuşlar hayal etti. İkisinin etrafını yine yumuşak bir ışık sardı. “Bir, iki, üç!” diye saydılar. Gözlerini açtığında Mert, Gökyüzü Dünyası’ndan bambaşka bir yerde olduğunu gördü.
Şimdi gür, yemyeşil bir ormanın içindeydiler. Yerde yumuşak yosunlar, etrafa yayılmış rengârenk çiçekler vardı. Kuşlar dallar arasında uçuşuyor, uzaktan bir dere şırıltısı geliyordu. Ağaçların gövdeleri o kadar kalındı ki, üç çocuk yan yana gelip kollarını açsa bile saramazdı.
Luna, “Burası Ormanlar Dünyası. Burada en önemli şey doğayı korumaktır,” dedi.
O sırada çalıların arasından küçük bir tavşan çıktı. Gri, yumuşacık tüyleri, iri siyah gözleri ve titreyen minicik burnuyla çok sevimli görünüyordu.
“Tık tık tık…” diye bir ses çıkardı tavşan, sanki konuşmaya çalışıyormuş gibi.
Luna, “Bu da Pofuduk. O, bu ormanın rehberi,” dedi. “Benim dilimi anlamaz ama kalbin iyiyse seni hemen anlar.”
Pofuduk, Mert’in etrafında zıplayıp kokladı. Sonra Mert’in ayakkabısına burnuyla hafifçe dokundu. Mert güldü. “Sanırım arkadaş olduk,” dedi.
Mert etrafı incelerken, biraz ileride yere atılmış parlak bir naylon parçası gördü. Eline aldı. “Bu ne? Neden burada?” diye sordu.
Luna kaşlarını çattı. “Ah, yine mi! Bazen başka dünyalardan gelenler, çöplerini etrafa atıyor. Oysa doğa, çöpleri yutamaz. Bu naylon parçası yıllarca burada kalır, hayvanlara zarar verir.”
O anda Pofuduk, endişeli bir şekilde zıplamaya başladı. Hızlı hızlı koşarak ilerideki bir ağacın yanına gitti, sonra geri gelip tekrar koştu. Mert ve Luna onun peşinden gittiler.
Ağacın dibinde, pençesini ince bir dala takmış küçük bir kuş gördüler. Kanadı çalılıklara dolanmıştı ve yanında yine bir plastik poşet vardı. Kuş cıvıldıyor, ama kaçamıyordu.
Mert’in içi sızladı. “Zavallı kuş!” dedi. “Onu kurtarmalıyız.”
Luna, “Ama dikkatli olmalıyız. Onu daha çok incitmemeliyiz,” dedi.
Mert yavaşça eğildi. Önce kuşun etrafındaki plastik poşeti aldı ve kenara koydu. Sonra dallara dolanmış kanadını yavaşça çözdü. Kuş, biraz ürkekçe çırpındı ama sonra serbest kaldı. Kanadını denedi, hafifçe çırptı ve Mert’in omzuna kondu. Küçük gagasıyla saçlarına dokundu, sanki “Teşekkür ederim,” diyordu.
Mert gülümsedi. “Önemli değil, artık özgürsün.”
Luna, “Gördün mü Mert? Küçük bir dikkat ve yardım, bir canlının hayatını değiştirebilir. İnsanlar çöplerini yere atmadığında, ormanlar temiz ve güvenli kalır,” dedi.
Mert başını salladı. “Artık ben de hiçbir zaman yere çöp atmayacağım. Hatta başkalarını da uyaracağım,” dedi kararlı bir sesle.
Pofuduk neşeyle zıpladı, kuyruk gibi kısa kuyruğunu salladı. Kuş ise havalanıp dalların arasına karıştı. Orman bir anda daha canlı görünmeye başladı, sanki doğa Mert’e gülümsüyordu.
Bir süre ormanda dolaştılar. Mert, Luna’dan ağaçların nasıl nefes aldığını, kuşların yuvalarını nasıl yaptığını, karıncaların birlikte nasıl çalıştığını öğrendi. “Demek ki,” diye düşündü Mert, “herkes görevini yaparsa dünya daha güzel olur.”
Ardından Luna, “Şimdi sana bir dünya daha göstermek istiyorum,” dedi. “Bu sefer Sular Dünyası’na gidelim. Ama orası biraz farklı. Hazır mısın?”
Mert heyecanlandı. “Hazırım!” dedi.
Yine gözlerini kapadılar. Bu sefer Mert, mavi denizleri, balıkları, denizkızlarını, mercanları hayal etti. “Bir, iki, üç!” dediler ve ışık onları sarıp sarmaladı.
Gözlerini açtığında Mert, kendini cam gibi berrak bir denizin kıyısında buldu. Ayaklarının altında yumuşak, beyaz bir kum vardı. Az ileride su, gökyüzünün mavisini yansıtıyor, dalgalar hafifçe kıyıya vuruyordu. Gökyüzünde güneş parlıyor ama hava ne çok sıcak ne de soğuktu.
Luna, “Burası Sular Dünyası. Burada en önemli şey suyu temiz tutmak ve israf etmemek,” dedi.
Suya doğru birkaç adım attılar. Mert suya parmak ucuyla dokundu. Su serin ve yumuşaktı. Birden suyun içinden küçük, gümüş rengi pulları olan bir balık başını çıkardı. Kocaman, parlak mavi gözleri vardı.
“Merhaba!” dedi balık, berrak bir sesle. “Ben Maviş.”
Mert şaşırdı. “Sen konuşabiliyor musun?”
Maviş gülümsedi. “Bu dünyada bazen balıklar bile konuşabilir. Yeter ki bizi duymayı iste.”
Maviş suyun altında hızlıca bir tur attı, sonra tekrar başını çıkardı. Ama çıkarken kuyruğuna dolanmış bir şeyle zorlandı. Mert dikkatle bakınca kuyruğuna dolanmış ince bir ip parçası gördü.
“Yine mi?” dedi Luna üzgün bir sesle. “İnsanlar bazen denize ip, plastik, şişe atıyor. Bunlar da deniz canlılarına zarar veriyor.”
Mert hemen eğildi. Suyu hafifçe açarak Maviş’in kuyruğundaki ipi dikkatlice çözdü. “Artık tamam,” dedi.
Maviş kuyruğunu neşeyle salladı. “Teşekkür ederim!” dedi. “Bak Mert, su bizim evimiz. Eğer insanlar kirletmezse burada mutlu yaşarız. Ama su kirlenirse biz hasta oluruz. Sonra yine insanlar üzülür. Bu yüzden herkes dikkat etmeli.”
Mert, “Ben artık dişlerimi fırçalarken suyu boşuna akıtmayacağım. Annem zaten sık sık söylüyor ama şimdi nedenini daha iyi anladım,” dedi. “Ve deniz kenarında bir çöp görürsem onu çöpe atacağım.”
Luna, “Çok güzel düşünüyorsun Mert,” dedi. “Unutma, küçük iyilikler büyük değişiklikler yapar. Her dünya farklı, ama hepsinin bize öğrettiği önemli şeyler var: Paylaşmak, korumak, saygı duymak.”
Bir süre daha Sular Dünyası’nda oynadılar. Maviş onlara renkli balıkları gösterdi, mercanların arasından geçen denizatlarını anlattı. Mert, her yeni şey öğrendikçe içi sevinçle doluyordu.
Sonunda Luna, hafifçe iç çekti. “Sanırım artık dönme vaktin geldi, Mert. Ailen seni merak eder.”
Mert biraz üzüldü. “Burada kalamaz mıyım?” diye sordu. “Buralar o kadar güzel ki…”
Luna başını salladı. “Her çocuk, kendi dünyasında da güzellikler yapmalı. Sen öğrendiklerini kendi evinde, okulunda, mahallende kullanmalısın. Ayrıca Farklı Dünyaların Defteri sende oldukça, istediğin zaman yine gelebilirsin.”
Mert’in içi rahatladı. “Yani bu bir veda değil, sadece kısa bir ayrılık,” dedi.
Luna gülümsedi. “Aynen öyle. Şimdi gözlerini kapat. Evini, odanı, yatağını hayal et. Sonra üçe kadar sayalım.”
Mert gözlerini kapadı. Odasını, penceresini, masa lambasını, oyuncak ayısını hayal etti. Luna’nın sesini duydu:
“Bir… İki… Üç!”
Yumuşak ışık tekrar etrafını sardı. Mert gözlerini açtığında kendi odasındaki halının üzerinde oturduğunu gördü. Elinde hâlâ mavi kaplı, altın harfli defter vardı. Etraf sessizdi. Sanki hiç gitmemiş gibi… Ama kalbi biliyordu ki her şey gerçekti.
Pencereye koştu. Dışarıda güneş hâlâ parlıyor, kuşlar cıvıldıyordu. Mert kendi kendine gülümsedi. Sonra odasına dönüp yere düşmüş küçük bir kâğıt parçası fark etti. Hemen eğilip aldı ve çöp kutusuna attı.
“Artık ben de Dünyalar Koruyucusu’yum,” dedi fısıltıyla. “Gökyüzü, Ormanlar ve Sular Dünyası’nı korumak için önce kendi dünyamdan başlamalıyım.”
O gün annesi eve geldiğinde, Mert’in odasının tertemiz olduğunu, çöplerin hiç yerde olmadığını ve musluğu gereksiz yere açık bırakmadığını fark etti. “Ne oldu sana böyle, büyümüş de küçülmüş gibisin,” dedi gülümseyerek.
Mert sadece gülümsedi ve mavi deftere gizlice baktı. Çünkü biliyordu ki bir gün yine Luna, Pofuduk ve Maviş’i görmeye gidecek yeni dünyalar keşfedecek ve yeni şeyler öğrenecekti.
Ve o günden sonra Mert, hem kendi dünyasında hem de gittiği farklı dünyalarda, doğayı koruyan, paylaşmayı bilen ve canlılara saygı duyan bir çocuk olarak mutlu, macera dolu bir hayat sürmeye devam etti. Böylece hem kendi dünyası hem de diğer dünyalar biraz daha güzel, biraz daha mutlu bir yer oldu. Ve masal burada, mutlulukla, umutla ve yeni maceraların gizli kapılarıyla son buldu.
Arkadaşlarınla Paylaş
