

Denizin tuzlu kokusunun sokaklara karıştığı, martıların çatılara konduğu küçük bir sahil kasabasında Elif adında meraklı, güler yüzlü bir kız yaşarmış. Saçlarını iki yana örer, kırmızı tokalarını takar, sabahları erken uyanıp pencereden dışarı bakarmış. Patisi bembeyaz, kuyruğu çizgili kedisi Pati de her sabah onun yanına kıvrılır, mırıl mırıl şarkılar söylermiş. Elif’in en sevdiği şeylerden biri, sokakta yürürken insanlara “Günaydın!” demek ve gülümsemekmiş çünkü biliyormuş ki küçük bir gülümseme bile birinin gününü güzelleştirebilirmiş. Annesi ona “İyi birisi olmak, her gün küçük iyilikler yapmakla başlar,” dermiş. Elif bu sözleri kalbine koyar, bir gün büyük bir iyilik yapabilmeyi diler dururmuş.

Kasabanın merkezinde, mavi çinilerle süslü, eski bir çeşme varmış. Adı Şarkı Çeşmesi’ymiş çünkü eskiden oradan akan su, rüzgarla birlikte incecik bir melodiye dönüşür, akşamüstleri tüm meydanı tatlı bir şarkıyla doldururmuş. Fakat son zamanlarda çeşmenin suyu sessizmiş. Ne ıslık, ne de bir fisıltı… Sanki çeşme unutulmuş gibi. Bir gün Elif ve Pati, okuldan dönerken çeşmenin başında küçük bir cam şişe ve sararmış bir not bulmuşlar. Notta şu yazıyormuş: “Şarkı Çeşmesi, iyilikle uyanır. İyiliğini yaşlılara uzat, üç iyilik damlası topla. Dolu bir kalp, şarkı söyleyen su demektir.” Elif şişeyi avuçlarına almış, güneşte parlayan camının içinde minicik bir parıltı varmış. Pati merakla patisini şişeye dokundurmuş, şişe cingir deyip hafifçe titremiş. Elif’in kalbi hoplamış: “Demek ki iyilik damlasını bulmak için önce iyilik yapmak lazım,” demiş.

Ertesi sabah Elif, Pati’yi peşine takıp sokağa çıkmış. Köşe başındaki fırından taze simit kokuları yükseliyormuş. Tam o sırada bir tekerlekli pazar arabasının yanında duran, başörtülü, gözlerinde ince çizgilerle gülüşler biriken Gülizar Teyze’yi görmüş. Sepetleri dopdoluymuş domates, taze fasulye, nane, somun ekmek… Gülizar Teyze sepetleri kaldırmaya çalışırken azıcık sendelenmiş. Elif koşup yanına gitmiş: “Merhaba Gülizar Teyze, size yardım edebilir miyim?” demiş. Gülizar Teyze önce şaşırmış, sonra yüzünde bir güneş doğmuş gibi gülümsemiş: “Canım kızım, olur mu, tabii ki olursun. Şu ekmekleri ben alayım, sebzeleri sen taşı, dikkatli ol,” demiş. Elif sepeti iki eliyle sıkıca tutmuş, Pati de arkasından kuyruk sallaya sallaya yürümüş. Yolda Gülizar Teyze anlatmış: “Gençken, annemle bu sokaklardan tepsi tepsi börek taşırdık. Yordukça birbirimize türküler söyler, yorulduğumuzu unuturduk.” Elif kulak kesilmiş, türkü mırıldanmayı öğrenmiş, adımlarını şarkılara uydurmuş. Eve vardıklarında Gülizar Teyze sofraya birer bardak su koymuş, Elif’e de minik bir kurabiye uzatmış. “Teşekkür ederim,” demiş Elif, “ama asıl hediyenizin ne olduğunu biliyor musunuz?” Göz kırpıp şişeyi çıkarmış. Tam o anda şişenin içinde bir damla ışık belirmiş, cıvıl cıvıl dönerek şişeye düşmüş. Pati mırlamış, Elif’in içi ısınmış. Gülizar Teyze, “İyiliğin en güzeli, gönülden olandır,” diye fısıldamış.

O gün öğleden sonra Elif sahilde yürürken, dalgaların kıyıya vurduğunu, martıların kahkaha atar gibi sesler çıkardığını dinlemiş. Tam o sırada, bastonuna yaslanmış, yüzündeki bıyıkları hafif titreyen Hasan Dede’yi görmüş. Hasan Dede kaldırımın kenarında durmuş, karşıya geçmek için etrafına bakıyormuş. Elif yaklaşmış: “Hasan Dede, isterseniz koluma girin, birlikte geçelim,” demiş. Hasan Dede’nin gözleri parlamış: “Sağ ol yavrum, gözlerim iyice zor görüyor, sesler de birbirine karışıyor. Senin adımların bana yol olur.” Elif, kırmızı ayakkabılarının bağını sıkıca bağlamış, Hasan Dede’nin koluna nazikçe girmiş. Işıkları beklemişler, arabalar durunca birlikte yavaşça yürümüşler. Pati önde gidip yolu koklamış, sanki “Buradan, buradan,” der gibi. Karşıya geçer geçmez Hasan Dede’nin torbasının ipi çözülmüş, portakallar yuvarlanmış. Elif hemen eğilip portakalları toplamış, torbanın ipini sağlamca bağlamış. Hasan Dede gülümsemiş: “Sabırla, dikkatle yardım etmek büyük iyiliktir. Ben gençken çocuklara ayakkabı tamir etmeyi öğretirdim. Bir düğümü güzel atmak, bazen bir kalbi tutmak gibidir.” Elif, “Düğümleri güzel atmayı benden daha iyi kimse bilemez,” deyip kahkaha atmış. Tam o anda cam şişe cebinde cingir demiş, Elif çıkarınca içinde ikinci bir ışık damlasının süzülüp yerini aldığını görmüş. Denizden tatlı bir rüzgar esmiş, sanki şişeyi okşamış. Elif “İyilik damlaları iki oldu,” diye fısıldamış.

Akşamüstü, parkın yanındaki bankta oturan, saçları pamuk gibi beyaz, gözlüğünü arar gibi bakan Mualla Nine’yle karşılaşmışlar. Mualla Nine elindeki örgüyü bırakmış, çiçeklerin arasına bakınıp duruyormuş. Elif nazikçe sormuş: “Mualla Nine, bir şey mi kaybettiniz?” Mualla Nine içini çekmiş: “Ah kuzum, gözlüğümü nereye koyduysam bulamıyorum. Örgümün ilmeklerini karıştırdım, karıştıkça gözüm de iyice karardı.” Elif hemen kolları sıvamış: “Merak etmeyin, birlikte arayalım. Pati, koku var mı?” Pati çiçeklerin arasında dolaşmış, burnunu toprağa yaklaştırıp birden miyavlamış. Çalının dibinde parlayan bir şey varmış: gözlük! Elif nazikçe alıp Mualla Nine’ye uzatmış: “Buyurun, lütfen,” demiş. Mualla Nine gözlüğünü takınca dünya sanki yeniden renklenmiş. “Ah canım, nasıl teşekkür edeceğimi bilemem,” demiş. Elif gülümsemiş: “Bir ‘teşekkür ederim’ ve bir de hikaye anlatmanız yeter,” deyip yanına oturmuş. Mualla Nine, “Eskiden kasabanın kızlarına örgü örmeyi öğretirdim,” demiş, “Bir ilmeği sabırla, bir diğerini sevgiyle alırsan, ortaya yumuşacık bir atkı çıkar. İyilik de öyledir sabırla, sevgiyle ilmek ilmek örülür.” Elif, “Ben de iyi birisi olmak istiyorum,” demiş. Mualla Nine onun başını okşamış: “Zaten öylesin iyi olmak, başkalarının yükünü hafifletmeyi seçmektir.” O sırada şişe bir kez daha cingir demiş, üçüncü ışık damlası da içeri süzülmüş. Şişe yumuşak bir ışıkla parlamış, sanki minik bir kalp gibi atmış.

Elif ve Pati heyecanla Şarkı Çeşmesi’ne doğru koşmuşlar. Meydan, akşam güneşiyle portakal renginde parlıyormuş. Elif cam şişeyi çeşmenin üstündeki mavi çinilerin arasına, musluğun yanındaki küçük oyuğa yerleştirmiş. Şişe oraya sanki hep oradaymış gibi oturmuş. Bir an sessizlik olmuş. Sonra şişedeki üç damla ışık, pıt pıt pıt, suya düşmüş. İlk damlada çeşme “şşş” diye nefes almış gibi olmuş. İkincisinde su pırıl pırıl akmaya başlamış. Üçüncüsünde ise, evlerin pencerelerinden sarkan sardunyaların arasından tatlı bir melodi yükselmiş. Sanki rüzgar, bulutlara “Uyanın!” der gibi çağırmış martılar kanat çırpmış, kediler kuyruklarını havaya dikmiş. Meydana toplanan çocuklar gülüşmüş, anneler, babalar ve elbette ninenler, dedeler şaşkınlıkla suyun şarkısını dinlemiş. Melodi, “İyilik, iyilik, kalpten kalbe,” der gibiymiş. Elif’in gözleri parlamış, Pati mutlu mutlu mırlamış.

Elif oradaki herkese anlatmış: “Şarkı Çeşmesi, yaşlılara yardım ettiğimiz için uyandı. Ama bilmenizi isterim, biz iyiliği çeşme şarkı söylesin diye yapmadık. İyiliği, iyi birisi olduğumuz için yaptık.” Hasan Dede bastonunu havaya kaldırıp “Aferin,” demiş. Gülizar Teyze, “Şu güzel kızımın sözünü dinleyin,” diye eklemiş. Mualla Nine örgüsünden upuzun, gökkuşağı gibi bir iplik çekip Elif’in bileğine bağlamış: “Bu, İyilik İpliği sana hatırlatsın, küçük bir yardım da büyük bir ışık olabilir.” Elif o gün arkadaşlarıyla birlikte “Minik İyilik Kulübü” kurmuş. Kulübün kuralları çok basitmiş: “Nazik ol, yardım et, dinle.” Her hafta, yaşlı komşularına uğrayacak, pazar çantası taşıyacak, kapıları nazikçe açacak, banklarda yer verecek, hikayeler dinleyeceklermiş. Çünkü yaşlılara yardım etmek, onların kocaman kitaplar gibi dolu dolu kalplerinden yeni şeyler öğrenmek demekmiş.

Sonraki günlerde Elif ve arkadaşları, Şefika Teyze’nin evinin önünü süpürmüş, Ali Rıza Amca’nın zili bozulunca kapısına bir not asmış: “Geldik, çaldık, duymadınız ama sizi seviyoruz!” Sonra gönüllü olarak zili tamir edecek birini çağırmışlar. Pazar dönüşünde Sabiha Nine’nin pazar arabasını merdivenlerden çekmiş, ona yavaş yavaş basamak çıkmanın püf noktalarını dinlemişler. Bir otobüste ayakta kalan yaşlı bir amcaya yer vermiş, “Buyurun amcacığım,” demişler. Elif her defasında kalbinde küçük bir sıcaklık hissediyormuş. Bu sıcaklık bir ödül değilmiş iyilik yapmanın kendi hediyesiymiş. Her akşam evine dönünce Pati’yi okşayıp, “Bugün kime iyi davrandık, Pati?” diye sorar, Pati de “miyav” diye cevap verirmiş. Annesi, “Elif, iyi birisi olmanın yolu, kimsenin görmediği zamanlarda da doğru olanı yapmaktır,” deyince Elif başını sallamış: “Biliyorum anne. Çünkü Şarkı Çeşmesi’ni uyandıran asıl şey, kalbimizin şarkısıydı.”

Kasabanın üstüne akşam çökerken, çeşmeden gelen melodi yumuşak bir ninniye dönermiş. Nine ve dedeler pencereden bakıp gülümser, “Bu çocuklar var ya, bu çocuklar,” derlermiş. Elif, sabahları uyanınca önce cam şişesine bakarmış. Artık şişe boş gibi görünse de, içinde saklı bir ışık varmış o ışık, yaptığı her iyiliğin hatırasıymış. Günlerden bir gün yağmur başlamış, meydan parıl parıl ıslanmış. Elif şemsiyesini Hasan Dede’yle paylaşmış, ikisi birlikte yağan damlaların sesini dinlemişler. “Duyuyor musun?” demiş Elif, “Sanki her damla iyi bir dilek fısıldıyor.” Hasan Dede gülmüş: “Belki de öyledir, yavrum. İyilik, yağmur gibi düştüğü yeri besler, büyütür.”

Ve işte, o küçük sahil kasabasında, denizin tuzlu kokusuna bir de iyilik kokusu karışmış. Şarkı Çeşmesi her gün ayrı bir melodi söylemiş. İnsanlar birbirine daha çok selam vermiş, çocuklar yaşlılara yardım etmeyi bir görev değil, bir sevinç olarak görmüş. Elif ise her yeni sabaha, “Bugün iyi birisi olmak için neler yapabilirim?” diye sorarak uyanmış. Çünkü anlamış ki iyi birisi olmak, bir gülümsemeyle, bir “lütfen” ve bir “teşekkür ederim”le, bir kol uzatışla, bir hikaye dinleyişle başlarmış. Ve her iyi davranış, tıpkı Şarkı Çeşmesi’nin suyu gibi, kalplerin içinde şarkı söylemeye devam edermiş. Böylece hem Elif’in hem kasabanın kalbi, her gün biraz daha aydınlanmış Pati de mırıl mırıl bu şarkıya eşlik etmiş. Mutlu, iyilik dolu günler birbirini izlemiş, herkesin yüzünde kocaman bir gülümseme açmış. Ve tabii ki, masalımız da tam burada, bir şarkı notası gibi uçarak mutlu sona varmış.

Arkadaşlarınla Paylaş