

Küçük bir kasabada, akşamları penceresine vuran ay ışığını seven Elif adında meraklı bir kız yaşarmış. Elif, gündüzleri bahçede koşturmayı, çiçeklere isim vermeyi ve komşu kedisi Minnoş’u kucaklamayı çok severmiş. Ama bazen gece gelince içi ürperir, odası biraz fazla sessiz ve gölgeler biraz fazla uzun görünürmüş. Annesi “Hadi, gözlerini kapatmadan önce kalbinden bir dua et,” der, “teşekkür et, içini sakince topla.” Elif bazen unutuyor, bazen de “Ama anne, sanki biri dinlemiyor gibi…” diye mırıldanıyormuş.
Bir gece, dışarıda rüzgâr yaprakları fısıldatırken Elif pencereden ayı izliyordu. Tam o sırada, camın kenarında minicik bir ışık pıt diye parladı. Elif göz kırptı. Işık titrek bir gülüşle konuştu: “Benim adım Fısıltı. Uykular Ülkesi’nden geliyorum. Yardımına ihtiyacımız var.”
Elif yatağında doğruldu. “Ben mi? Nasıl yardım ederim?”
Fısıltı, toz şeker kadar küçük kanatlarını çırptı. “Bu gece Rüya Treni gecikiyor. Onu yola çıkaran şey, çocukların uyku öncesi duaları. Her teşekkür, her güzel dilek, trenin yolundaki küçük lambaları yakıyor. Ama bazı çocuklar dualarını unuttu, bazıları da içlerinde fırtına taşıyor. Işıklar sönük kaldı. Senin kalbinin sesi güçlü, Elif. Gelir misin?”

Elif’in kalbi pıt pıt etti. Karanlık odasında yalnız olmaktansa küçük bir dostla maceraya atılmak fikri kulağa hoş gelmişti. “Gelirim,” dedi usulca. Fısıltı bir ay ışığı ipi salladı. İp, pırıl pırıl bir merdivene dönüştü. Elif, yastığının yumuşaklığında küçüldüğünü hissetti. Bir anda odası devleşti, kendi ise bir kelebeğin kanadı kadar hafif oldu. Fısıltı ile birlikte ay merdiveninden tırmanıp, pencerenin incecik çizgisinden kayıp gökyüzüne çıktılar.
Gökyüzünde bir nehir süzülüyordu: Ninni Nehri. Kenarında pamuk bulutlarından yapılmış Yastık Tepeleri vardı. Uzakta, kocaman bir saat kulesi “Yıldız Saati” yazan ışıklı bir tabela taşıyordu. Kule her gece, çocukların duaları göğe yükseldikçe içinden altın noktacıklar yağdırıyordu. O geceyse altın noktacıklar seyrekti. Fısıltı endişeyle kanatlarını ovuşturdu.
“Bak,” dedi, “Rüya Treni orada.” Elif, rayları yıldızlardan örülmüş bir treni gördü. Vagonların camları buzlu şeker gibi parlıyor, ancak lokomotifin önündeki lamba cılız yanıyordu. Tren şefinin şapkası, geceden dikilmiş gibiydi. Şef, Elif’i görünce şapkasını çıkarıp eğildi.
“Eh, işte beklediğimiz misafir,” dedi. “Ben Şef Ninni. Rüya Treni, çocukların kalbinden yükselen iyi dileklerin ışığıyla yol alır. Bugün rüzgâr şüphe ve korkularla uğulduyor. Bir el, bir ses gerek.”

Elif biraz çekindi. “Ama ben küçüğüm. Benim sesim ne yapabilir?”
Şef Ninni gülümsedi. “Dua, bir sesin ne kadar yüksek olduğuyla ilgili değildir. Dünyanın en sessiz teşekkürleri bile yolu aydınlatır.”
Fısıltı, Elif’in avucuna pirinç tanesi kadar bir yıldız koydu. “Bu, Kalp Lambası,” dedi. “Uyku öncesi dua, bir kalp lambasını yakmaktır. Sende başlayalım mı?”

Elif derin bir nefes aldı. Ayın yüzü ona gülümser gibi oldu. Gözlerini kapatıp fısıldadı: “Bugün için teşekkür ederim. Annemle gülmeme, babamın bana yaptığı sıcak çorbaya, Minnoş’u sevmeme ve yeni boya kalemlerime teşekkür ederim. Bugün arkadaşım Duru’yu sinirlendirdim, özür dilerim. Yarın daha nazik olayım. Lütfen üşüyenler ısınsın, hasta olanlar iyileşsin. Karanlıktan biraz korkuyorum, kalbimi sakinleştir. Herkesi koru. Amin.”
Elif “amin” der demez avucundaki yıldız pof diye büyüdü. Yıldıza dokununca kulaklarına minik çanlar gibi bir tını doldu. Rüya Treni’nin önündeki lamba aydınlandı, bir vagonun camı gökkuşağı gibi renk değiştirdi. Yolda küçük küçük noktalar parladı, sanki görünmez lambalar birer birer yanıyordu.
“Görüyor musun?” dedi Şef Ninni. “Sadece bir çocuk. Sadece bir dua. Bir sürü ışık.”

Tren ilerlemeye başladı ama biraz gürültü duyuldu. Bulutların arasından gri, puf puf bir rüzgâr esti. Adı Üf Üf Rüzgârı’ydı. İçinde kaygı fısıltıları taşırdı: “Ya olmazsa? Ya yalnız kalırsan? Ya karanlık büyürse?” diye homurdandı. Üf Üf, yanan lambaların üstünde uğuldayınca bazıları titredi.
Elif derin nefes almayı hatırladı. “Fısıltı,” dedi, “daha çok ışığa ihtiyacımız var.” Fısıltı başını salladı. “Başka çocuklara yardım edelim.”
Rüya Treni küçük pencerelerin önünden yavaşça geçerken Elif, içerde göz kapakları ağırlaşan çocukları gördü. Bir odada, bir çocuk oyuncağına sarılmış ama kaşları çatık uyumaya çalışıyordu. Fısıltı, Elif’i o pencerenin eşiğine götürdü. “Bu, Aras,” diye fısıldadı. “Bugün babasıyla tartışmış. İçinde öfke var, o yüzden duaları uçmuyor.”

Elif, Aras’ın yastığına bir Kalp Lambası tohumu bıraktı ve usulca söylendi: “Sevgili Aras, kalbin rahat olsun. Teşekkür edebileceğin minik şeyleri düşün: Yastığının yumuşaklığı, ayın gülüşü, annenin masalı…” Aras, uykusunda mırıldandı. Dudaklarının kenarı kıvrıldı. Sanki bir çocuk gülüşü havada asılı kaldı. O gülüş, bir ışığa dönüştü ve Rüya Treni’nin yolu biraz daha aydınlandı.
Başka bir pencerede, Merve adında küçük bir kız, “Dua etmeyi unuttum mu, yoksa çok mu geç?” diye endişe ediyordu. Elif, penceresine küçük bir not bıraktı: “Dua etmek için geç değil bir ‘teşekkür ederim’ bile yeter.” Merve gözlerini kapattı ve fısıldadı: “Bugün kuşların ötüşü için teşekkür ederim. Kardeşime bağırdığım için özür dilerim. Lütfen yarın daha anlayışlı olayım.” Merve’nin odasında sanki görünmez bir el, tül perdeyi düzeltti, odanın kokusu sıcak bir süt gibi oldu. Bir ışık daha yandı.
Üf Üf Rüzgârı yine geldi, ışıkların etrafında dolaştı. Elif ona yaklaştı. “Seni duyuyorum,” dedi, “ama bak, kalbimin içinde bir fener var. Korksam da teşekkür edebilirim. Şaşırırsam da iyilik dileyebilirim.” Üf Üf durdu, biraz yumuşadı. “Ben korkuları taşırım,” dedi, “ama sizin sıcak sözleriniz beni üşütüyor.” Geri çekildi, esintisi tatlı bir melteme döndü.

Rüya Treni artık hızlanmıştı. Yastık Tepeleri’nin üzerinden geçerken bir rüya fırını gördüler. Fırıncı, bulut hamurundan “Tatlı Rüya Poğaçası” yapıyordu. “Bu poğaçalar dua ile kabarır,” dedi Fırıncı. “Teşekkür azsa kabarmaz, dilek iyiyse mis gibi kokar.” Elif gülümsedi. “Ben bu gece çok teşekkür ettim,” dedi, “annem için, babam için, Minnoş için, gün için.” Fırıncı bir tepsi uzattı. “Al şunları. İçinde cesaret tadı var.”
Tren, Yıldız Saati’nin yanından geçerken kule derin bir “dong” sesiyle çaldı. Her “dong”da gökten sıcak bir ışık damladı. Şef Ninni, düdüğünü öttürdü. “Işıklar tamam. Çocuklar güvenle rüyalara,” dedi. “Elif, artık seni evine bırakma zamanı.”
Elif, birden içinin hafiflediğini fark etti. Karanlık hâlâ karanlıktı, ama artık içinde bir fener yanıktı. Fısıltı, ay merdiveninin ipini tekrar uzattı. “Bu gece harikalar yarattın,” dedi, “ama asıl harika, küçük bir duayı her gece kendi odanda söylemen. Kalbini toplar, günü yerine koyar, yüreğini sıcacık yapar.”

Elif başını salladı. “Bazen unutursam?” Fısıltı gülümsedi. “Unutursan, hatırladığında devam edersin. Dua, kalbinle tekrar tanışmaktır. Kısa olabilir, uzun olabilir. Sadece içten olsun.”
Elif, odasına döndüğünde laması desenli yorganının altına girdi. Pencereden sızan ay ışığı, duvarda bir gümüş yol yaptı. Elif, ellerini kalbinin üstüne koydu. Bu kez sözler kendiliğinden geldi: “Bugün gülüşler için teşekkür ederim. Kırdığım kalpler varsa onarılsın, ben de daha özenli olayım. Karanlıkta yürürken, içimdeki fener yanık kalsın. Herkese iyi uykular.” Sözleri odasında sıcak bir yorgan gibi yayıldı.
Annesi içeri girdi, Elif’in saçlarını okşadı. “Yıldızlar gibi parlıyorsun,” dedi. “İçin sakin.” Elif gözlerini kırpıştırdı. “Anne, dua edince sanki içimde bir oda toplanıyor. Dağınık oyuncaklar rafına dönüyor, düşünceler pati pati yürüyüp yerini buluyor.” Annesi güldü. “Evet,” dedi, “dua, kalbini toplar. Teşekkür etmek, küçük bir bahçe sulamak gibidir. Oradan iyilikler fışkırır.”

Ertesi sabah, Elif okula gittiğinde Duru’yu koridorda gördü. Dün onu kırdığını hatırladı. İçindeki fener, ona cesur ol dedi. “Duru,” dedi, “dün söylememem gereken bir şey söyledim. Özür dilerim.” Duru şaşırdı, sonra gülümsedi. “Ben de üzüldüm, ama geçti. Gel, teneffüste çizim yapalım.” Elif’in içi ısındı. Gecenin duası gündüze karışmıştı, sakince.
O günden sonra, Elif her gece uyumadan önce kalbinden bir dua etti. Kimi gece teşekkürlerini saydı: sıcak çorba, yeni öğrendiği bir şarkı, rüzgârın saçlarını karıncalandırması. Kimi gece minik dileklerde bulundu: komşu teyzeye şifa, ağlayan bebeye uyku, kimsesi olmayana bir dost. Kimi gece “Bugün biraz kızdım,” dedi, “yarın daha sabırlı olayım.” Her söyleyişinde, odasında görünmez bir lamba yandı. Fısıltı bazen pencere camına dokunup bir kıvılcım bıraktı, bazen uzaktan el salladı. Üf Üf Rüzgârı ise ona uğradığında artık usul esiyordu, çünkü o odada sıcak sözler dolaşıyordu.
Bir akşam, annesiyle birlikte pencereden baktılar. Gökyüzü, bir örtü gibi seriliydi. Yıldızlar tek tek göz kırpıyordu. Elif, “Bak anne,” dedi, “sanki yıldızlar ‘duanı aldık’ diye gülümsüyor.” Annesi, “Belki de öyledir,” diye cevap verdi. “Belki de her teşekkür, bir yıldızı daha parlak yapar.”

Elif gülümsedi, yorganını çekip çenesine kadar yükseltti. Gözlerini kapatırken kalbinde küçük bir bahçe hissetti. O bahçede minik şefkat çiçekleri açıyor, bir çeşmeden şükür suyu akıyordu. Çeşmenin başında, Fısıltı bir yaprağa oturmuş ona el sallıyordu. Rüya Treni uzaklarda ama yolu her zamankinden daha ışıklıydı.
Ve Elif şunu öğrendi: Uyku öncesi dua etmek, sadece göğe konuşmak değildi aynı zamanda kendi kalbini dinlemekti. Günü toparlamak, minik minik teşekkürlerle içini yumuşatmak, içine üfleyen rüzgârları melteme çevirmekti. Ve böylece, odası değişmese de içindeki ışık büyüyünce, karanlık daha az ürkütücü oluyordu.
O gece Elif, yavaşça fısıldadı: “Herkese iyi geceler.” Sanki tüm dünya da ona fısıldadı: “Sana da, aydınlık kalpli çocuk.” Gülümseyerek uykuya daldı, rüyasında bulut poğaçalar yedi, Ninni Nehri’nde ördeklerle yarış yaptı, Yıldız Saati’ne teşekkür zilleri astı. Sabah güneşi perdeye dokunurken, içindeki fener hâlâ sıcacık yanıyordu. Ve her yeni gece, bir dua ile yeniden parlıyordu. Mutlu son.

Arkadaşlarınla Paylaş