

Gece yarısına yakın uykuya dalmak üzere yatağına uzanan Mina, yastığının altında sakladığı minik peluş tavşanıyla gözlerini kapattı. O anda odanın penceresinden süzülen ay ışığı, yumuşak bir köprü oluşturdu ve Mina’yı usulca kendi hayal dünyasına davet etti. Ay ışığının köprüsünde yürümeye başlayan Mina, tavşan arkadaşını da yanına alarak ilk durağı olan Şekerli Diyarı’na doğru adım attı. Şekerli Diyarı’nda kapkara toprak yerine rengârenk jöleli zemin, ağaçlar şeker kamışından dallar ve yapraklar ise minik şekerlemelerden oluşuyordu. Mina ve peluş tavşanı, akan karamelli nehir kenarında pancar şekeri taşlarından köprü kuran küçük çikolata perileriyle tanıştı. Periler, koca bir şeker şöleninde kullanılacak olan lezzetli şekerleri paylaşamıyor, kavgaya tutuşuyorlardı. Mina, “Paylaşmak bencillik değil, dostluğun en güzel yoludur” diye onlara hatırlatma yapınca periler, şekerleri eşit pay edip birlikte gülmeye başladılar. Böylece Mina, arkadaşlığı ve paylaşmayı tatlı bir dersle öğrenmiş oldu.

Periler Mina’ya gülümseyerek veda ederken, ay ışığından inşa ettiği minik kayık tekrar onu çağırdı. Yeni rotası bu kez Mercan Koyu’na açılan masmavi bir okyanustu. Kayık suya değdiğinde Mina, rengârenk balık sürüleriyle dolu berrak sularda yüzmeye başladı. Suyun dibinde inci taneleri gibi parlayan taşlar, yosunların arasında oynayan minik yengeçler ve deniz yıldızları vardı. Ancak mercan kayalıklarının etrafında temiz tutulmamış poşetler de gördü. Deniz canlıları mutsuzdu çünkü atıklar suyu bulandırıyor, nefes almalarını zorlaştırıyordu. Mina hemen peluş tavşanıyla birlikte elini uzattı, kayıktaki örtüyü çıkarıp suya atılan çöp poşetlerini topladı. Balıklar minnetle etrafında dans ederken, Mina onlara “Temiz bir deniz, mutlu yaşam demektir” diye fısıldadı. Böylece hem güzel arkadaşlıklar kurdu hem de doğayı korumanın önemini kavradı.

Denizden çıkıp kayığına binen Mina, ay ışığı köprüsünün öbür ucunda pamuk tanesi gibi yumuşak bulutlarla kaplı Bulut Ülkesi’ne vardı. Burası, uçan tavşanlar, dans eden rüzgâr perileri ve bulutlardan yapılmış şeker hamuru kuleleriyle doluydu. Mina, bir buluttan diğerine zıplayarak rüzgâr perileriyle top oynamaya başladı. Periler topu hızlıca üfleyince bulut toplar gökyüzünde komik şekiller oluşturuyordu: kalpler, yıldızlar, hatta gülümseyen suratlar… Mina onlara sayı saymayı öğretti: “Bir iki üç… Bakın dört bulut, beş bulut, altı bulut!” diye neşeyle saydı. Periler de ona bulutların arasında sakladıkları renk renk gökkuşaklarından ders veren bilge kartalları gösterdi. Böylece sayıları öğrenip bulut şekillerini tanımayı da oyunla keşfetmiş oldu.

Bulut Ülkesi’nden ayrılırken kayığı, gökyüzünde parıldayan yıldız tozlarının arasından süzülerek onu Işıltılı Orman’a götürdü. Bu orman, ay ışığının toz taneleriyle aydınlanan dallar, parlak ateşböcekleri ve yaprakların üzerine düşen serin sabah çiyleriyle capcanlıydı. Mina, ateşböcekleri yakalamak isterken yanlışlıkla otların arasındaki minik çiçeklere zarar vermemek için dikkatli adımlar attı. Bir dizi incecik köprüyle ilerlerken bir anda ormanın derinliklerinden bir melodi yükseldi: usul usul tıkırdayan su damlalarının şırıltısı, yaprakların hışırtısı ve ateşböceklerinin nazlı tınısı birleşerek güzel bir ninniye dönüşmüştü. Ormanın bilge ağacı, Mina’yı altın sarısı yapraklı gövdesinin yanına davet etti. “Her canlının sesi, doğanın büyük senfonisinde önem taşır,” dedi ağaç. Mina, ağacın sessizce esen rüzgârı dinlemesini izleyerek yalnızca konuşmanın değil, dinlemenin de öğrenme olduğunu anladı.

Işıltılı Orman’dan çıkarken küçük kayık, yavaşça yükselerek ay ışığının en parlak olduğu yere doğru tırmandı. Orada kocaman bir ay çiçeği bahçesi uzanıyordu gökyüzüne doğru. Mina, çiçeklerin yapraklarını tek tek okşadı, her biri farklı bir renk ve kokuya sahipti. Ay çiçekleri, her gecenin sonunda rüyaların tohumlarını toplar, çocuklara en güzel hayalleri miras bırakırlarmış. Mina ve tavşan arkadaşı, çiçeklerin tohumlarından nazikçe topladılar ve hepsini küre küre toplanmış ay ışığı damlalarına yerleştirdiler. Topladıkları tohumlar, rüya kayığını ışıkla doldurdu ve yolculuklarının artık sona erme vakti geldiğini haber verdi.

Mina, peluş tavşanıyla el ele tutuşarak kayığın altına saklanan sıcacık battaniyeye uzandı. Ay ışığının nazik dokunuşu omuzlarına düştüğünde bir anda gözleri ağırlaştı. Siyahtan maviye, maviden lavantaya dönen rüya tünelinde süzülürken, öğrendiği dostluğun, paylaşmanın, doğayı korumanın ve dinlemenin değerli olduğunu kalbinde hissetti. Rüya kayığı, pencerenin kenarına yeniden yanaştığında Mina, hafif bir esneme ile gözlerini açtı. Tavşan arkadaşı hâlâ yastığının yanında, mışıl mışıl uyuyordu. Bu masalsı yolculuktan geriye, tatlı bir uyku ve kalbinde yeni bir bilgelik kalmıştı. Gülümseyerek koynuna soktuğu tavşanıyla birlikte, mutlu rüyaların kapısını aralamaya hazır bir uykuya dalıverdi. Böylece Mina, her gece hayallerin dünyasında yeni şeyler öğrenmeye ve büyümeye devam etti.




Arkadaşlarınla Paylaş