Güneş ışıkları perdelerin arasından süzülüp odanın duvarında küçük danslar ederken Asil gözlerini kıpır kıpır açtı. Altı yaşındaydı ve merakı, kalbindeki bir kuş gibi hep kanat çırpıyordu. Yatağından fırlayıp salona koştu. Babası Melih, mutfakta kahvaltı hazırlıyordu. Tost makinesi “çıt!” dedi, meyve tabağında kırmızı elmalar, sarı muzlar ve mor üzümler rengârenk dizilmişti.
“Günaydın şampiyonum!” dedi Melih. “Bugün özel bir gün. Mutlu Aile Masalları Oğlu Asil ve Babası Melih’in yeni bölümü için bir sürprizim var.”
Asil’in gözleri parladı. “Masal mı? Bugün masalda ne var baba?”
“Masal değil, bu kez masalın ta içindeyiz,” diye gülümsedi Melih. “Birlikte bir uçurtma yapacağız, parka gideceğiz, belki de gizli bir keşif bizi bekliyordur.”
Asil sevinçle hopladı. Önce ellerini yıkamayı unutmadı sabunu avuçlarına alıp köpüklerle “pıt pıt” şarkısına eşlik etti. Melih, “Ne güzel, kahvaltıdan önce eller temizlenir. Mikroplar gözle görünmez ama temizlik onları uzak tutar,” dedi.
Masanın başında, “Bu elmanın rengi ne?” diye sordu Melih.
“Kırmızı!” diye cevapladı Asil.
“Peki masadaki yuvarlak nesneleri sayalım,” dedi Melih. “Kaç tane yuvarlak var?”
Asil dikkatle baktı. Üç tane üzüm tanesi, bir yuvarlak tabak ve bir top gibi duran peynir. “Beş!” dedi gururla.
“Harika! Hadi tostumuzu yiyelim, sonra kolları sıvayalım.”
Kahvaltıdan sonra salonda büyük bir örtü serip üzerine renkli kağıtlar, çubuklar, ipler, makas ve yapıştırıcı koydular. Melih, uçurtmanın iskeletini yaparken, “Bu iki çubuk birbirine nasıl bağlanır?” diye sordu.
“Düğümlerle!” dedi Asil.
“Evet, minik denizci. Düğüm atarken ipi iki kere dolarsak daha sağlam olur,” diye gösterdi Melih. “Bak bu da üçgen şekli. Uçurtmalar çoğu zaman üçgen ve elmas şeklinde olur. Üçgenin kaç köşesi vardı?”
“Bir, iki, üç!” diye saydı Asil, parmaklarıyla köşeleri tek tek işaret ederek.
Asil renkli kağıdı keserken kağıt kıvrıldı ve biraz yamuk oldu. Asil’in kaşları çatıldı, dudakları büzüldü. “Olmuyor,” dedi hayal kırıklığıyla.
Melih, Asil’in yanına çömeldi. “Bazen ilk denemede olmaz,” dedi yumuşak bir sesle. “Hadi balon nefesi yapalım. Burnundan deriiin nefes al, içinden dört’e kadar say, sonra sanki bir balonu şişiriyormuş gibi ağzından yavaşça ver.”
Asil bir iki üç dört diye saydı, nefesini verince yüzü gevşedi. “Daha iyi hissediyorum,” dedi.
“Hatalar bizim öğretmenimizdir,” diye ekledi Melih. “Yamuk da olsa güzeldir emekle yapılmıştır. Biraz düzeltiriz ve daha da güzel olur.”
Birlikte kesip yapıştırdılar, uçurtmanın kuyruğuna mavi, sarı, yeşil kurdeleler astılar. Asil kuyruğun çok uzun olmasını istedi. Melih, “Uçurtma uçar ama kuyruk dengeler. Çok uzun olursa ağırlık artar. O yüzden ölçülü olmalı,” dedi ve bir cetvelle kuyruk uzunluğunu ölçmeyi öğretti.
Uçurtma hazır olduğunda Asil sevinçle havayı kokladı. “Uçurmak için rüzgâr var mı?” diye sordu.
“Penceredeki perdeye bak. Hafifçe kıpırdıyor mu?” dedi Melih. “Ayrıca ağaçların yaprakları ‘hışır hışır’ ediyorsa rüzgâr vardır. Öğreneceğiz.”
Yola çıkmadan önce Asil kaskını taktı ve scooterını aldı. Melih, “Kask güvenlik demektir,” dedi. “Kafamızı korur. Yoldan geçerken ne yapıyoruz?”
“Sol sağ sol bakıyoruz ve büyüklerin elini tutuyoruz!” diye mırıldandı Asil.
Mahallenin köşesinde ayaklarını durdurdu. Trafik ışıkları kırmızıdaydı. Melih, “Kırmızı ‘dur’, yeşil ‘geç’ demektir,” dedi. “Sarı da ‘hazır ol’ demek. Ama her zaman bakarak ve dikkatle geçeriz.” Yanlarında torunuyla yürüyen Ayşe teyze gülümsedi. “Ne kadar dikkatlisiniz,” dedi. Asil ona el salladı.
Parka geldiklerinde gökyüzü pamuk gibi bulutlarla doluydu. Çimenler “hışır hışır”, kuşlar “cik cik”, bir yerlerden de küçük bir su fıskiyesi “şırıl şırıl” sesi çıkarıyordu. Asil ve Melih uçurtmayı açtılar. “Hazır mısın?” dedi Melih. “Ben koşacağım, sen ipi tut.”
Ama rüzgâr pek yoktu. Uçurtma birkaç adım yükseldi, sonra “puf!” diye yere kondu. Asil’in yüzündeki heves biraz azaldı. Melih, gökyüzüne bakarak, “Rüzgârın da dinlenmeye hakkı var. Hadi rüzgârı çağırmayalım, ama beklerken küçük bir oyun oynayalım,” dedi. “Kulağımızı kapatıp hangi sesleri duyduğumuzu söyleyelim. Bu, sabırla dinlemeyi öğretir.”
Asil gözlerini kapadı. “Bir kuş, bir fıskiye, bir köpeğin havlaması ve… uzaktan bir araba.”
Melih gülümsedi. “Harika dinliyorsun. Ayrıntıları fark etmek keşif yapmanın en güzel yoludur.”
Bir süre sonra hafif bir esinti çıktı. Uçurtmanın kuyruğu titredi. “İşte bu!” dedi Melih. Koşmaya başladılar, Asil ipi bıraktıkça uçurtma yükseldi, yükseldi, gökyüzünde küçük bir balık gibi salındı. Asil sevinçle zıpladı. “Uçuyor! Uçurtmamız uçuyor!” İkisi de hafifçe ipi sarıp çözdüler, rüzgârın ritmini dinlediler. Melih, “İpi çok hızlı çekersen düşer, çok bırakırsan dolaşır. Orta yolu bulmak önemli,” dedi. “Hayatta da böyle, dengeli olmak iyi gelir.”
Uçurtmayı bir bankın yanına bağlayıp kısa bir mola verdiler. Tam o sırada Asil, çimenlerin arasında kıpırdayan minik bir şey gördü. “Baba, bak!” Küçük bir kirpi, patisine dolanmış ince bir plastik parçasıyla kıpırdamaya çalışıyordu. Gözleri korku dolu değildi, ama rahatsızdı.
Asil öne atılacakken Melih nazikçe kolunu tuttu. “Önce durup düşünelim,” dedi. “Vahşi hayvanlara dokunmak tehlikeli olabilir. En doğrusu bir yetişkinden yardım istemek ve görevliyi çağırmaktır.”
Melih park görevlisinin numarasını bulup aradı. Görevli kısa sürede geldi. Eldivenlerini taktı, kirpiyi nazikçe bir bezle sardı ve plastiği dikkatle kesti. Kirpi özgür kalınca iki küçük adım atıp sonra durdu, sanki teşekkür eder gibi başını eğdi ve “pıt pıt” diyerek çalıların arasına kayboldu.
“Çok cesurdun,” dedi Melih Asil’e. “Doğru olanı yaptın. Yardım istemek de bir cesarettir.”
Asil, yerdeki çöpleri görünce içi burkuldu. “Baba, bu çöpler yüzünden kirpi sıkıştı,” dedi.
Melih, sırt çantasından eldiven ve küçük bir çöp torbası çıkardı. “Hadi doğaya minik bir iyilik yapalım,” dedi. “Eldivenleri takarsak ellerimiz temiz kalır. Ayrıca çöpleri ayırmayı da öğrenebiliriz. Kağıtlar mavi kutuya, plastikler sarı kutuya, camlar yeşil kutuya gider. Eğer emin değilsek bir büyüğe sorarız.”
Asil ve Melih, yere saçılmış plastik şişeleri, kağıt parçalarını topladılar ve ilgili kutulara attılar. Asil’in yüzü gururla ışıldadı. “Park daha güzel oldu!”
Oturup sandviçlerini çıkardılar. Yan bankta yalnız oturan bir çocuk vardı yüzünde utangaç bir ifade. Asil bir an düşündü. “Baba, bir parça sandviçimi onunla paylaşabilir miyim?” Melih başıyla onayladı. Asil çocuğa yaklaşırken “Merhaba, ben Asil. İster misin?” dedi.
Çocuk gülümsedi. “Ben Efe,” dedi. “Teşekkür ederim.” Birlikte küçük bir piknik yaptılar. Melih, “Sihirli kelimeler var,” dedi. “Lütfen, teşekkür ederim ve özür dilerim. Bu kelimeler kalpleri yumuşatır.”
Asil ve Efe “lütfen”i, “teşekkür ederim”i birkaç kez tekrar ettiler, sanki yeni bir oyunmuş gibi.
Gökyüzünde bir bulut biraz karardı, ardından “şıpır şıpır” minik yağmur taneleri düşmeye başladı. Melih, “Yağmuru hissedelim ama ıslanmamaya da dikkat edelim. Şu çardakta duralım,” dedi. Beklerken Asil, “Yağmurdan sonra gökkuşağı çıkar mı?” diye sordu.
“Bazen güneş çıkarsa evet,” dedi Melih. Birkaç dakika sonra güneş bulutun arkasından gülümsedi. Uzaktaki gökyüzünde ince bir gökkuşağı belirdi. Asil parmağıyla gösterdi. “Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert, mor!” diye saydı.
“Renkleri ezberlemek için bir şarkı yapabiliriz,” dedi Melih. “Renkler dans eder gökte, kalbimde mutlu bir hece.”
Yağmur dindiğinde çimenlerde küçük bir eldiven gördüler. Asil onu almak istedi. “Sahibi kaybetmiş olabilir,” dedi.
Melih, “Eşyalar başkasına aittir, izinsiz almak doğru değildir,” diye öğretti. “Hadi parkın kayıp eşya kutusuna koyalım.” Böylece eldiveni görevlilere teslim ettiler. Asil, “Belki sahibi gelip bulur,” dedi.
Görevli teşekkür etti ve onlara küçük bir fide uzattı. “Bugün doğaya yardım ettiniz. İsterseniz şu topluluk bahçemize bir çiçek dikebilirsiniz.”
Asil’in gözleri büyüdü. Bahçede küçük bir boş toprak alan vardı. Melih, “Bitkilere nazik davranılır,” dedi. “Kökleri can bulsun diye toprağa sevgiyle dokunuruz.” Asil minik çukuru açtı, fideyi yerleştirdi ve toprağı kapattı. “Adını ne koyalım?” diye sordu Melih.
“Umut!” dedi Asil. Sulama kabından su dökerken, “Bitkiler su, güneş ve sevgiyle büyür,” diye mırıldandı. Melih, “Aferin bahçıvanım. Düzenli aralıklarla su vermeliyiz çok su da az su kadar iyi değildir,” dedi.
Biraz ileride, parktaki bilgi panosunda bir harita vardı. Üzerinde küçük bir hazine oyunu gibi oklar, şekiller ve sayılar bulunuyordu. “Bir masal durağına giden bir rota,” dedi Melih. “Takip etmek ister misin?”
Asil hemen atıldı. “Evet!”
İlk işaret kırmızı bir üçgendi. “Üçgeni bul, üç adım at” yazıyordu. Asil üçgen şekilli bakım levhasını bularak “bir, iki, üç” diye saydı. Sonraki işaret mavi bir okla sağa dönmeyi gösteriyordu. Asil, sağını solunu karıştırınca Melih bir ipucu verdi: “Ellerini aç, sol elin L harfi gibi görünür. Bu da solun. Ok sağa gidiyor, yani diğer yöne.”
Asil kıkırdadı ve doğru yöne döndü. Sonraki görev, “Beş kuş sesi duyana kadar bekle,” diyordu. Asil gözlerini kapadı, bir, iki, üç, dört, beş… Kuşlar cik cicikledi. “Görev tamam!” dedi.
Sonunda büyük bir ağacın altına geldiler. Ağacın gövdesinde küçük bir tahta kutu ve üzerinde “Masal Durağı” yazıyordu. Kutunun içinde bir defter ve pastel boyalar vardı. Her gelen çocuğun bir resim çizdiği bir defterdi bu. Asil gökkuşağı altında uçan bir uçurtma çizdi yanına kirpiyi, Umut adını verdikleri fideyi ve kendisiyle babasını el ele resmetti. Altına yazdı: “Bugün paylaşmayı, beklemeyi ve yardım istemeyi öğrendim.”
Tam kutuyu yerine koyacakken Asil ayağı küçük bir taşa takıldı ve “ah!” diye tökezledi. Dizinde minik bir sıyrık oldu. Gözü dolacak gibi oldu ama hemen Melih’e baktı. Melih hızlıca çantasından küçük bir temizleme mendili ve yara bandı çıkardı. “Önce derin nefes,” dedi. “Sonra yarayı güzelce temizleyelim.” Mendille nazikçe silerken, “Biraz sızlayabilir ama bu, mikropların gitmesi için gerekli,” dedi. Asil dişlerini sıkmadı nefesini sayarak “bir, iki, üç, dört” yaptı. Sonra renkli bir yıldızlı yara bandı yapıştırdılar.
“Cesaret, dikkatle birlikte yürür,” dedi Melih. “Düşmek doğaldır, önemli olan tekrar ayağa kalkmak.”
Gün batmaya yaklaşırken parkın üzerinde turuncu bir ışık yayıldı. Uçurtmayı dikkatle topladılar, çöplerini aldılar ve Efe’ye veda edip yola koyuldular. Sokakta yine trafik ışıklarına dikkat ederek, “sol sağ sol” yaparak ilerlediler. Mahalle bakkalının önünden geçerken Asil, bakkal amcaya “Günaydın” demeyi unutmadı, bakkal da “Afiyet olsun” diyerek küçük bir elma ikram etti. Melih, “İkramı kabul ederken teşekkür etmeyi de unutmayalım,” dedi. Asil, “Teşekkür ederim,” dedi ve elmayı çantasına koydu.
Eve vardıklarında ayakkabılarını düzenli şekilde kapının kenarına yerleştirdiler. Melih, “Eşyaları düzenli koymak, aradığımızı kolay bulmayı sağlar,” diye hatırlattı. Asil mutfağa gidip ellerini yıkadı, sonra annesi için küçük bir su bardağı hazırladı. Annesi akşam işten dönmüştü ve Asil’i kucakladı. “Günün nasıl geçti?” diye sordu.
Asil bir çırpıda anlattı: Uçurtmanın rüzgârla dansını, kirpinin plastikten kurtuluşunu, gökkuşağını, Efe ile tanışmasını, Umut adındaki fidesini. Melih gülümseyerek ekledi: “Asil bugün sabırla rüzgârı bekledi, doğaya saygı göstermeyi öğrendi, paylaşmayı ve yardım istemeyi denedi.”
Akşam yemeğinde birlikte çorba içtiler, salatalarından kuş gibi küçük lokmalar aldılar. Melih tabağındaki domatesi gösterip, “Bu kırmızı da C vitamini doludur, sağlığa iyi gelir,” dedi. Asil, “Benim kaslarım güçlenecek,” diyerek bir ısırık aldı. Yemekten sonra masayı birlikte topladılar. Asil, peçeteleri katlayıp çöpe attı, tabakları dikkatle tezgaha taşıdı. Melih, “Sorumluluk paylaşmak demektir,” dedi. “Evde her el bir yardım.”
Sonra, günün en sevdiği zaman geldi: Mutlu Aile Masalları Oğlu Asil ve Babası Melih köşesi. Salondaki yumuşak koltuğa oturup üzerlerine hafif bir battaniye aldılar. Melih küçük bir kavanoz çıkardı üzerinde “Mutluluk Kavanozu” yazıyordu. “Her gün, bizi mutlu eden bir şeyi yazıp kavanoza atalım,” dedi.
Asil düşündü. “Bugün beni en çok mutlu eden şey, kirpinin kurtulmasıydı,” dedi ve babasıyla birlikte küçük bir kağıda “Kirpi artık özgür” yazdı. Melih de “Asil’in cesareti ve sabrı” yazdı. Kağıtları kavanoza attılar.
“Şimdi masal zamanı,” dedi Melih. “Bugünün masalının kahramanları kimler?”
“Asil ve babası Melih!” diye kıkırdadı Asil.
Melih anlatmaya başladı: “Bir varmış bir yokmuş. Güneşli bir günde, meraklı bir çocuk ve sevgi dolu babası, bir uçurtmanın kuyruğuna umut bağlamışlar. Sabırla rüzgârı beklemişler, rüzgâr geldiğinde birlikte uçmuşlar. Yolda küçük canlıların da yardıma ihtiyacı olduğunu görmüşler, doğru yardımı nasıl isteyeceklerini öğrenmişler. Sonra gökkuşağının renkleriyle gülümseyip, paylaştıkça çoğalan mutluluğun ne demek olduğunu anlamışlar. Ve her akşam bir mutluluk tohumu ekip bir kavanoza atmışlar. O tohumlar, kalplerinde kocaman bir ormana dönüşmüş...”
Asil gözlerini kapadı. Masalın melodisi odanın içinde dalga dalga yayıldı. “Baba,” dedi alçak bir sesle, “yarın Umut’u sulamaya gidelim mi?”
“Gidelim,” dedi Melih, Asil’in saçlarını okşayarak. “Fideler suyla, çocuklar sevgiyle büyür. Yarın yine öğrenir, yine paylaşır, yine gülümseriz.”
Asil bir esneme daha yaptı. “Günün kelimesi ne olsun?” diye sordu.
“Şefkat,” dedi Melih. “Kendine, başkalarına ve dünyaya nazik davranmak.”
Asil, “Şefkat,” kelimesini yavaşça tekrarladı. Sanki kelimenin içinde yumuşak bir yorgan, rahat bir yastık varmış gibi huzur buldu. Odanın penceresinden içeri hafif bir rüzgâr girdi sanki uçurtmanın kuyruğu odanın içinde usulca sallanıyordu. Uzakta bir yerlerde kirpi güvenle yuvasında, park ise temiz ve sakindi. Umut isimli küçük fide, toprağın içinde suyu içip sessizce büyümeye başlamıştı.
Melih, ışığı hafifçe kıstı. “İyi geceler, kahramanım,” dedi. Asil, “İyi geceler, baba,” diye fısıldadı. Gülümseyerek uykuya daldı, rüyasında gökkuşağının altından geçen bir uçurtma ve onun ipini birlikte tutan iki el gördü: biri küçük ve sıcacık, diğeri güçlü ve sevgi dolu. Ve işte o gece, Mutlu Aile Masalları Oğlu Asil ve Babası Melih’in yeni bölümü, kalplerine yazılmış en tatlı cümleyle bitti: Birlikteyken her gün bir masal, her masal mutlu bir sondu.
Arkadaşlarınla Paylaş
