Bir zamanlar, Denizler Diyarı’nın hemen kıyısında, küçük bir sahil kasabasında yaşayan Ali adında cesur ve meraklı bir çocuk vardı. Ali’nin en büyük hayali, babası gibi denizlerde maceralara atılmak, gizli hazineler bulmak ve yeni yerler keşfetmekti. Her akşam babası ona deniz hikayeleri anlatır, Ali de heyecanla o anlatılan diyarlarda dolaştığını hayal ederdi.
Bir gün babası, Ali'ye eski bir harita hediye etti. Harita oldukça yıpranmış, kenarları kırışmıştı ama üzerinde garip işaretler ve yollar vardı. Babası, “Bu harita dedemin dedesinden kalma bir hazine haritası,” dedi. “Ben hiç peşine düşemedim, ama belki bir gün sen gidersin, kim bilir!”
Ali’nin gözleri heyecanla parladı. Artık onun da büyük bir macerası olabilirdi! Haritayı dikkatlice incelemeye başladı. Haritada, Denizler Diyarı'nın güneyinde bir adaya giden bir yol görünüyordu. Adaya ulaşmak için gizemli adalardan ve derin mağaralardan geçmek gerekiyordu.
Ali, bu macerayı yaşamak için hemen hazırlıklara başladı. Önce annesinden bir çanta ödünç aldı ve içine birkaç parça yiyecek, su şişesi ve babasının eski pusulasını koydu. Sonra en yakın arkadaşı olan Fiko'yu buldu. Fiko, kasabanın en zeki kedisiydi; gözleri yeşil, tüyleri ise siyah-beyazdı. “Fiko, benimle maceraya gelir misin?” diye sordu Ali. Fiko, gururla kuyruğunu salladı ve onunla gelmeye hazır olduğunu belirtti.
Ali ve Fiko, güneş doğarken yola çıktılar. İlk olarak sahilin ucundaki büyük kayalıklara ulaştılar. Haritaya göre burada gizli bir geçit olması gerekiyordu. Fiko, koklayarak kayalıkların arasına doğru yürüdü ve sonunda eski bir tahta kapı buldu. Kapıyı açtıklarında önlerinde uzun bir mağara tüneli uzanıyordu. İçerisi karanlık ve serindi. Ali’nin kalbi hızla atmaya başladı ama Fiko ona cesaret verdi.
Mağaranın içinden geçerken, duvarlarda parlayan tuhaf taşlar gördüler. Bu taşlar, yolu hafifçe aydınlatıyordu. Ali, "Bak Fiko, bu taşlar çok eski görünüyor. Belki de hazineye giden ipuçlarını buluyoruz!" dedi. Fiko mırlayarak ona katıldı.
Mağaranın sonunda, büyük bir ormana çıktılar. Orman o kadar büyüktü ki, ağaçlar gökyüzünü kapatıyordu. Rüzgar yaprakların arasından esiyor ve hafif bir uğultu yaratıyordu. Ali ve Fiko, haritaya göre ormanın derinliklerine gitmeleri gerektiğini fark ettiler. İlerlerken, kuş sesleri, dalların hışırtısı ve arada sırada ağaçların arasından fırlayan sevimli tavşanlarla karşılaştılar.
Bir süre yürüdükten sonra bir dereye ulaştılar. Haritada bu dereyi geçmeleri gerektiği yazıyordu. Ali, dereyi nasıl geçeceğini düşünürken, yakınlarda büyük bir kaplumbağa gördü. Kaplumbağa onlara yardım etmek istiyor gibiydi. “Merhaba, küçük maceracılar,” dedi kaplumbağa. “Eğer sırtıma binerseniz, sizi derenin karşısına taşıyabilirim.” Ali ve Fiko, kaplumbağanın sırtına bindiler ve kısa sürede derenin karşısına geçtiler.
Ormanın diğer tarafına geçtiklerinde, haritada işaretlenmiş bir tepe gördüler. Tepede, eski bir kule yükseliyordu. Kule oldukça yıpranmıştı ama etrafında bir çeşit büyü varmış gibi ışıldıyordu. Ali, “İşte burası hazineye giden son durak olabilir!” dedi heyecanla. Kuleye doğru ilerlediklerinde, onları bekleyen küçük bir maymun gördüler. Maymun gülerek, “Kuleye girmek istiyorsanız, önce benim bulmacamı çözmelisiniz!” dedi.
Ali, bulmacaları çözmeyi severdi. Maymun, “Üç sorum var. İlkini doğru yanıtlarsanız, ikinciye geçersiniz; üçünü de doğru yanıtlarsanız, hazineye giden kapıyı açarım.” dedi.
Maymun ilk soruyu sordu: “Gökyüzünde binlerce var ama elle tutulmaz. Geceleri parlar ama gün doğunca kaybolur. Bu nedir?” Ali hemen düşündü ve “Yıldızlar!” diye cevapladı. Maymun başını sallayarak onayladı.
İkinci soruyu sordu: “Her gün doğar ve batar, hep yanımızdadır ama ona dokunamayız. Bu nedir?” Ali bu kez daha hızlı düşündü ve “Güneş!” diye yanıtladı. Maymun yine başını salladı ve üçüncü soruya geçti: “Suya düşer ama ıslanmaz. Bu nedir?” Ali kısa bir süre düşündü ve sonra “Gölge!” diye cevapladı. Maymun sevinçle alkışlayarak, “Doğru! Şimdi hazineye giden kapı senin için açılacak.” dedi.
Kulenin kapısı gıcırdayarak açıldı. İçeri girdiklerinde büyük bir oda ile karşılaştılar. Odanın ortasında eski bir sandık duruyordu. Sandığın üzerine işlenmiş semboller vardı. Ali, sandığın kapağını dikkatlice açtı ve içinde eski altın paralar, parlak taşlar ve antika haritalar buldu. Ama sandığın en altında bir not vardı. Notta şöyle yazıyordu: “En değerli hazine dostluktur. Bu yolculukta kazandığınız dostluk, bulduğunuz altınlardan daha değerlidir.”
Ali, Fiko'ya bakarak gülümsedi. Bu macerada Fiko onun en yakın dostu olmuştu ve bu değerli dostluğu asla kaybetmek istemiyordu. Altınlardan bir miktar alıp kalanını orada bıraktılar, çünkü Ali için dostluğun değeri daha büyük bir hazineydi.
Ali ve Fiko, geri dönmek için hazırlıklarını tamamladı. Kaplumbağa, maymun ve diğer hayvan dostlarına teşekkür ederek onlara veda ettiler. Dönerken, Ali’nin içi huzur ve mutlulukla doluydu. Babasına anlatacağı harika bir macerası, Fiko gibi harika bir dostu ve öğrendiği büyük bir ders vardı: Gerçek hazineler bazen gözle görülmez, kalpte hissedilir.
Bu maceradan sonra Ali, kasabadaki çocuklara bu hikayeyi anlattı ve dostluğun, paylaşmanın ve cesaretin önemini öğretti. Fiko ile birlikte her gün sahilde oynamaya, denizlerde yeni maceralar hayal etmeye devam ettiler. Onlar artık birbirlerinden hiç ayrılmayan dostlardı ve bu güzel macerayı asla unutmadılar.
Arkadaşlarınla Paylaş