

Bir varmış, bir yokmuş. Gültepesi adında, her sabah kuşların cıvıltısıyla uyanan küçük, neşeli bir kasaba varmış. Evlerin pencerelerinde sardunyalar, sokak köşelerinde gülümseyen yüzler, fırından yayılan taze simit kokusu… Bu kasabada, gözleri merakla parlayan, saçlarına iki pembe toka takmayı seven, altı yaşında Elif adında bir kız yaşarmış. Elif, Nene’sinin anlattığı masalları çok severmiş. En çok da “İyilik Ağacı”nın hikâyesini: “İyilik yapıldıkça filizlenen, saygı duyuldukça çiçek açan, yanında durdukça içini ısıtan bir ağaç…” Bu masalı düşündükçe kalbi pır pır eder, “Keşke bizim kasabada da böyle bir ağaç olsa,” dermiş.
Bir sabah Elif okula doğru yürürken, sokağın başında, ağarmış sakalı bıyığına karışan Ali Dede’nin sepetinden elmaların yuvarlandığını görmüş. Elmalar kaldırımdan şıpır şıpır yokuşa doğru kaçarken, Elif azıcık geç kalacağını bilse de koşmuş. “Günaydın, Ali Dede! İzin verirseniz elmalarınızı toplamanıza yardım edebilir miyim?” demiş. Ali Dede gülümsemiş, “Günaydın kuzum, ne güzel söyledin. Elbette, teşekkür ederim,” demiş. Elif dikkatle elmaların çamura bulanmadıklarını kontrol etmiş, yıkanması gerekenleri ayrı koymuş. Tam giderken Ali Dede avcundan minicik, parlak bir tohum çıkarıp Elif’e uzatmış: “Bu İyilik Tohumu. İyilik ve saygıyla beslenirse filizlenir.”

Elif tohumu cebine koyup sallana sallana okula varmış. Sınıfa girince Öğretmen Ayşe, tahtaya kocaman bir gökkuşağı çizmiş. “Bugün İyilik ve Saygı Yolu’na başlıyoruz çocuklar,” demiş. “Her ‘lütfen’, her ‘teşekkür ederim’, her küçük yardım, her sabırla dinleyiş, yolumuza bir renkli taş ekleyecek. Yol penceremize ulaştığında, bir tohum dikeceğiz.” Elif’in içi kıpırdamış. Tam o sırada arka sıralara oturan, sessiz, yeni bir çocuk görmüş: Arda. Yanına gidip yavaşça, “Merhaba Arda, aramıza hoş geldin. İstersen pastel boyalarımı paylaşabilirim,” demiş. Arda başını kaldırmış, gözleri parlamış, “Teşekkür ederim,” demiş. Öğretmen bir mavi taşı yola ekleyince sınıf alkışlamış.
Teneffüste okul bahçesine yayılan çocukların neşesine, güneş de pırıl pırıl eşlik etmiş. Tam o sırada, titrek adımlarla bir sokak köpeği yaklaşmış kulakları düşük, bakışları ürkekmiş. Bazı çocuklar koşup onu sevmek istemiş, bazıları da korkup bağırmış. Elif ellerini yanına indirip çömelmiş, “Korkma canım, burada güvendesin,” demiş. Sonra bahçe görevlisi Hasan Amca’ya gidip, “İzin verir misiniz, köpeğe biraz su ve bir kap yiyecek koyabilir miyiz?” diye sormuş. Hasan Amca gülümseyip “Ne kadar düşüncelisin, tabii ki,” demiş. Su ve bir parça ekmek getirmişler. Köpek kuyruğunu sallayıp suyu içerken, öğretmen Ayşe yanlarına gelmiş, “Hayvanlara saygı duymak da iyiliktir,” demiş. Elif’in cebindeki tohum o an sanki ılımış, minik bir sıcaklık yaymış.

Dersler bitince Elif ve arkadaşları, bahçede yere atılmış kâğıtları görünce içleri burkulmuş. “Toplayalım mı?” demiş Elif. “Doğayı temiz tutmak da saygıdır.” Kantinden Meryem Teyze’den kutu istemişler, “Lütfen, geri getiririz,” demişler. Meryem Teyze, “Aferin çocuklar, size güveniyorum,” deyip sağlam bir kutu vermiş. Çöpleri geri dönüşüme uygun olanlarla olmayanları ayırmışlar. O sırada cıvıl cıvıl bir serçenin ayağına dolaşmış bir ip fark etmişler. Elif yavaşça yaklaşmış, “Sakin ol küçük kuş,” deyip Arda ile birlikte ipi çözmüş. Serçe cıvıldayarak göğe yükselince rüzgâr sanki daha renkli esmiş, Elif’in cebindeki tohum hafifçe parlamış.
Kasabanın bir köşesinde, her şeye mızmızlanan, suratı çoğu zaman asık Rıza Amca varmış. Çocuklar koşup gülerken, “Tozu dumana kattınız! Sessiz olun biraz!” diye bağırırmış. O gün de çocuklar kutularla ilerlerken Rıza Amca kapısında söyleniyormuş. Arda ürküp geri adım atmış ama Elif Nene’sinin sözlerini hatırlamış: “Önce dinle, sonra konuş. Saygı, kalpleri yumuşatır.” Elif yavaşça yaklaşmış, “Rıza Amca, özür dileriz, rahatsız mı ettik? Bir şeye yardım etmemizi ister misiniz?” demiş. Rıza Amca şaşırmış, sonra yumuşayıp iç çekmiş: “Gözlüğüm kırıldı, gazetemi zor okuyorum, başım da ağrıyor. Gürültüyle daha da kötü oluyorum.” Elif ile arkadaşları kapı önünü süpürmüş, Arda gazeteyi yüksek sesle okumuş. Rıza Amca’nın yüzünde yıllardır görünmeyen bir gülümseme belirmiş. “Teşekkür ederim evlatlar,” demiş, içeri koşup limonata getirmiş. Elif’in tohumu cepten sanki “Işık” diye fısıldamış.

Akşam eve varınca Nene’si kapıda Elif’i karşılamış. “Bakışların bana bir masal anlatıyor, hadi dök bakalım içini,” demiş Nene. Elif gün boyu yaptıklarını anlatmış Ali Dede’nin elmalarını, İyilik Yolu’nu, Karamel adını verdikleri köpeği, Rıza Amca’nın limonatasını… Nene dikkatle dinlemiş, “Sözünü kesmeyeyim, devam et,” diyerek saygıyla başını sallamış. Elif anlatırken birden durup, “Aaa!” demiş. “Arda’nın silgisini ödünç almıştım, geri vermeyi unuttum!” Hemen dönüp Arda’nın kapısını çalmış. “Özür dilerim, silgini unuttum. İzin verirsen şimdi geri getirdim,” demiş. Arda gülümsemiş: “Sorun değil Elif, dürüst olduğun için teşekkür ederim.” Elif içini ferahlamış, evine sevinçle dönmüş.
Ertesi gün Öğretmen Ayşe, “Yolumuz penceremize ulaştı,” demiş sevinçle. “Bir tohum dikeceğiz. Kim getirmek ister?” Elif cebinden Ali Dede’nin verdiği tohumu çıkarmış. Tohumun kınından belli belirsiz bir sıcaklık yayılıyormuş. Bahçede küçük bir yer hazırlamışlar. Kazmayı, küreği sırayla kullanmışlar birbirlerine “Sıra sende”, “Lütfen”, “Teşekkür ederim” demeyi unutmamışlar. Tohumu yerleştirirken hepsi tek tek bir iyi dilek ve bir saygı sözü söylemiş: “Dinleyeceğim”, “Paylaşacağım”, “Özür dilerim demekten çekinmeyeceğim”, “Lütfen demeyi unutmayacağım.” Elif suyu dökerken fısıldamış: “Küçük tohum, seni iyilikle büyüteceğiz.” O akşam gökyüzündeki ay pırıl pırıl parlamış, rüzgâr kasabadan bir ninni gibi geçmiş.

Sabah olduğunda olan olmuş: Tohumun yerinden incecik, parıltılı bir filiz yükselmiş. Yaprakları kalp biçimindeymiş, kenarları sanki güneşten ipliklerle işlenmiş gibi ışıldıyormuş. Çocuklar filizi görünce sevinçten zıplamış, “İyilik Ağacı büyüyor!” diye bağırmış. Öğretmen Ayşe, “Bu, birlikte başardığımız bir şey,” demiş. O gün kasabada çanlar farklı çalmış. “İyilik Çanı” dedikleri küçük bronz çan, ne zaman biri güzel bir söz etse, birine yardım etse “ting” diye titremeye başlamış. Meryem Teyze kapısının önüne bir kutu daha koymuş, üzerinde “Paylaşmak isteyenler içeri” yazıyormuş. Hasan Amca hayvanlar için sürekli bir su kabı yerleştirmiş. Rıza Amca kırılan gözlüğünü tamir ettirmiş, elinde tepsiler dolusu kurabiye, kapısında bekleyip “Gelene gidene bir tatlı, bir söz,” dermiş.
İyilik Ağacı her gün biraz daha büyümüş. Her iyi sözde yeni bir yaprak açmış her özürde bir çiçek, her teşekkürde bir meyve… Ağacın gölgesine gelen herkesin kalbi hafiflemiş. Çocuklar ağacın altında oyun oynarken önce kurallarını konuşmuş: Söz almak için el kaldırmak, sıra beklemek, düşeni kaldırmak, başkasının eşyasına izinle dokunmak, çiçekleri koparmamak, çöpleri çöpe atmak. Elif ile Arda küçük bir “saygı köşesi” hazırlamış oraya kendi çizdikleri resimleri asmışlar: Biri kulak resmi, “Dinle” yazmışlar altına biri kalp, “İncitme” biri el, “Paylaş” biri gözyaşı ve gülümseme, “Özür dile ve affet.” Renkli kalemler arasında gülüşler havalanmış.

Elif bazen yorulmuş “Bugün kimse teşekkür etmedi,” diye içlenmiş oldu mu, Nene’si saçını okşamış: “İyilik, bazen bir tohum gibi toprağın içinde görünmez ama güneşini, suyunu aldıkça filiz verir. Sen ışığını ver yeter.” Elif bunu duyar duymaz derin bir nefes almış, sınıfta konuşmak isteyen arkadaşının sözünü kesmeden beklemiş. Söz sırası ona gelince, “Ben de Arda’nın resmini çok beğendim,” diye içtenlikle söylemiş. Arda’nın yüzüne bir gülümseme yerleşmiş, kalbi sanki hop diye zıplamış. O anda İyilik Ağacı’nda minicik bir çiçek daha açmış.

Günler geçerken kasabanın yalnız kedileri sokakta aç kalmaz olmuş çocuklar her gün su kaplarını kontrol etmiş. Ali Dede, “Elif, tohumunu iyi besliyorsun,” dermiş. Elif bir gün düşünmüş: “Ya kimse görmeden iyilik yaparsam, ağaç yine de büyür mü?” O gece gizlice kapısının önüne, yardıma ihtiyaç duyan komşuları için küçük bir paket bırakmış içinde taze kurabiyeler, bir not: “Afiyet olsun.” Ertesi sabah ağaçta kocaman bir meyve belirmiş. Üzerinde güneşe benzeyen sarı bir iz varmış. “Demek iyilik gizlice yapılsa da ışığını bulur,” demiş Elif.

Bahar yaz olmuş, yapraklara uğrayan rüzgârın sesi bir şarkıya benzemiş. Rıza Amca artık çocuklara kızmaz olmuş, hatta bazen onlarla saklambaç oynamış. Karamel ise kasabanın bekçisi gibi, herkesin sevdiği bir dost olup çıkmış. Arda, Elif’e bir resim hediye etmiş: Ortasında kocaman bir ağaç, dallarında “Lütfen”, “Teşekkür ederim”, “Özür dilerim”, “İzin verir misin?” yazıyormuş. Elif resmi görünce kalbi dolu dolu olmuş. “Bu sözcükler küçük ama mucize gibi,” demiş. Öğretmen Ayşe, “Saygı sözde başlar, davranışta çiçek açar,” diye eklemiş.

İşte Gültepesi böylece daha da güzelleşmiş. İyilik Ağacı her sabah güneşi selamlamış, her akşam yıldızlara göz kırpmış. Elif her gün yeni bir şey öğrenmiş: Bazen dinlemek yardım etmekten daha değerlidir bazen “özür dilerim” demek bir kalbin kilidini açar bazen bir “lütfen” sözcüğü yolu aydınlatır. Kasabanın en gürültülü gününde bile, ağacın gölgesine oturan herkesin içi sakinleşirmiş. Ve herkes bilirmiş ki: İyilik yapmak ve saygılı olmak, yalnızca başkalarını değil, insanın kendi kalbini de büyütürmüş.

O günlerden sonra, Gültepesi’nde kötü havalar geldiğinde bile, kimse umutsuz olmazmış. Çünkü bilirler ki, bir el yardım için uzandığında, bir göz anlayışla bakıp bir kulak sabırla dinlediğinde, bulutların ardındaki güneş daha bir parlak doğarmış. Elif gökyüzüne bakıp gülümser, Arda yanına koşar, Karamel kuyruğunu sallar, İyilik Ağacı yapraklarını fısıldatırmış. Ve masal burada bitmezmiş çünkü iyilikle ve saygıyla büyüyen her kalp, yeni bir masalın ilk sayfasını açarmış. Mutlu günler hiç eksik olmazmış.

Arkadaşlarınla Paylaş