

Güneş, küçük bir köyün kırmızı kiremitli çatılarının üstünde portakal dilimi gibi dururken, Duru adında meraklı bir çocuk bahçede dolaşıyordu. Duru’nun en sevdiği şey, rüzgârın yapraklarla konuşmasını dinlemekti. Cebinde topladığı minik tüyler, ilginç taşlar ve kurumuş yapraklar vardı. Bir gün, çitlerin arasında ışıl ışıl bir şeyin kıpırdadığını fark etti. Küçücük bir ateşböceği, incecik bir otun sapına takılmıştı.
“Sakın korkma,” dedi Duru fısıldayarak. İnce parmaklarıyla otu dikkatlice kırdı, ateşböceğini avucunun içine aldı. Ateşböceği bir an parladı, sonra sanki gülümsedi. Gökyüzünde ay göründü ve yumuşacık bir ışık bahçenin üzerine döküldü. Duru, ateşböceğini havaya bıraktı. Ateşböceği üç kere hızla yanıp söndü. O sırada hafif bir esinti, Duru’nun saçlarını okşadı ve kulağına bir fısıltı ulaştı: “Teşekkür ederim, Duru. Yarın güneş doğduğunda, hayvanların sözlerini anlayacaksın. Bu hediye güneş batana kadar sürecek. Onlara iyi bak.”
Ertesi sabah Duru, penceresini açar açmaz, “Günaydın!” diyen incecik bir ses duydu. Pencere pervazında, burnu minik bir boncuk gibi olan bir kirpi duruyordu. “Benim adım Çıtırtı,” dedi kirpi. “Ormanda bir sorun var. Rüzgâr Tepesi’nde rüzgâr takıldı. Orman suskunlaştı. Çiçek kokuları yayılmıyor, uçuşmayı seven tohumlar uçamıyor. Yardım eder misin?”

Duru’nun kalbi heyecanla hopladı. Ayakkabılarını bağladı, su matarası ve bir elma aldı. “Elbette ederim,” dedi. Çıtırtı, yol boyunca patilerinin çıkardığı minicik seslerle önden yürüdü. Köyün kenarındaki çayırlığa geldiklerinde onları bir sürü hayvan bekliyordu. Uzun kulaklarıyla Pofuduk adlı tavşan, gagasını parlatan meraklı bir serçe, ismi Cikcik, göğsü kırmızı bir ağaçkakan, herkesin ona Taktak dediği, kocaman gözleriyle geceyi iyi görebilen bilge bir baykuş, adı Gözlük, su kenarında pırıl pırıl tüyleriyle su samuru Kayık, çiçeklerin üzerinde vızıldayan çalışkan bir arı, Balpeteği, ve ince uzun bacaklarıyla leylek Leyla. Bir de yalınayak gibi hafif yürüyen, akıllı gözlü bir tilki vardı, ona da Kızıl derlerdi. Uzakça bir taşın üstünde, sırtında evi gibi kabuğuyla yavaş yavaş gelen kaplumbağa Tosba görünüyordu.
“Hoş geldin, Duru,” dedi Gözlük. Sesi yumuşak ve derin bir şarkı gibiydi. “Rüzgâr olmazsa, baykuş tüyleri bile sessizleşir. Tohumlar uçmaz, duman yükselmez, bulutlar yerinde kalır.”
Balpeteği, başının üstünde minik bir dans yaptı. “Ben çiçeklerin yerini arkadaşlarıma bir dansla söylerim,” diye vızıldadı. “Ama kokular yayılmayınca dansım eksik kalıyor.”

“Biz karıncalar da yardım etmeye geldik!” diye tiz bir koro duyuldu. Çimenlerin arasından incecik, düzenli bir sıra halinde karıncalar belirdi. “Birlikte çalışmayı çok iyi biliriz.”
“Rüzgâr Tepesi’ne gidelim,” dedi Kızıl. “Ama dikenli çalılar ve kaygan taşlar var. Herkes dikkatli olmalı.”
Hep birlikte yola çıktılar. Çayırlıkta sarı papatyalar gülümsüyor, kırmızı gelincikler selam veriyordu. Kayık, küçük dereyi geçerken suya dalıp eğlenceli bir dönüş yaptı. “Suyun yüzeyi rüzgâr olmazsa cam gibi olur,” dedi su samuru. “Ama hafif bir esinti dalgacıklar yapar, balıklar o dalgacıkların gölgesinde saklanır.”

Duru, derede bir kurbağın “Vırak, vırak!” diye bağırdığını duydu. Kurbağa, “Ben suyun yanında yaşarım,” dedi. “Cildim nemi sever. Rüzgâr olduğunda su kokusu daha uzağa gider. Kuzenlerim de bulur gelir.” Duru gülümsedi. “Ne güzel,” dedi. Öğrenmeyi çok seviyordu.
Ormanın içine girdiklerinde güneş ışığı ağaçların yapraklarından çizgiler halinde yere düşüyordu. Taktak, bir ağacın gövdesinde “Tak tak tak!” diye ritim tutarak böcek aradı. “Ben ağaç kabuklarının altında böcek bulurum,” dedi. “Gagasını tık tık yapan bir doktor gibi. Ağaçları hasta eden böcekleri yakalarım, böylece ağaçlar rahat eder.” Duru onu hayranlıkla izledi.
Pofuduk, otların arasından hop hop zıplayarak öne geçti. “Ben hızlıyımdır,” dedi gururla. “Ama bazen de durup kulaklarımla dinlerim. Ormanda herkesin bir işi var.” Duru, küçük bir çalının altından geçen karıncaları gördü. Her biri kendinden büyük bir tohumu, bir yaprağı, bir kırıntıyı taşıyordu. “Birlikte olunca büyük şeyler başarırız,” diye koro halinde söylediler yine.

Rüzgâr Tepesi’ne yaklaştıklarında ormanın sessizliği daha da belirginleşti. Yapraklar sallanmıyordu. Papatyaların ince tohumları, minik paraşütleriyle uçmayı bekler gibi duruyordu. Tepede, bir çam ağacının en üst dallarında renkli bir şey gökyüzüne takılmıştı. Bir uçurtma! Kuyrukları dikenli çalılara dolanmış, ipi dallara sıkıca düğümlenmişti. Uçurtmanın ipi sanki görünmez bir şeyi tutuyordu.
“Rüzgâr burada,” diye fısıldadı Gözlük. “Uçurtmanın ipine dolanmış, kaçamıyor. O yüzden orman suskun.”
Leyla, uzun boynunu uzattı. “Yükseğe çıkabilirim,” dedi. “Ama tek başıma ipi çözmem zor. Hep birlikte çalışalım.” Kızıl, gözlerini kısıp ipi izledi. “Önce en sıkı düğümü bulmalıyız. Sonra sırayla çözmeliyiz,” dedi. Gözlük başını kıvırdı. “Şu dalın altındaki düğüm en sıkısı.”

“Ben zıplayıp kuyrukları aşağı sarkıtabilirim,” dedi Pofuduk. “Duru da düğümleri parmaklarıyla çözmeye çalışır.” Duru, anneannesinden düğüm çözmeyi öğrenmişti. “Ama ellerim küçük, yine de deneyeceğim,” dedi. Balpeteği, “Ben de yorulanlara şarkı söyleyip moral veririm,” diye vızıldadı.
Plan kuruldu. Taktak, ipi sıkan dalın hemen yanına dikkatlice gagasıyla küçük bir oyuk açtı. Dal zarar görmesin diye yavaş ve özenliydi. Kayık, ipin ucu su yoluna doğru kaçmasın diye beklemeye karar verdi, gerektiğinde yüzüp yakalayacaktı. Karıncalar ip boyunca bir zincir oldular, minik dişleriyle yıpranmış düğüm yerlerini nazikçe esnettiler. Çıtırtı, dikenlerin arasında yuvarlanarak ipi çizmeye çalışan kıymıkları usulca temizledi kirpinin dikenleri ona zarar vermezdi.
Leyla kanatlarını açtı ve rüzgârın eksikliğine rağmen akıllıca bir hareketle bir adım yükseldi. Uzun gagasıyla ipi tuttu, Pofuduk zıplayıp kuyruğun bir ucuna atladı. Duru ellerini uzatıp çözülecek ilk düğüme dokundu. “Hadi,” dedi Kızıl, “önce sağdaki küçük düğüm, sonra alttaki büyük düğüm. Karıncalar, çekmeye hazır mısınız?” “Hazııır!” diye bağırdı minik koro.

Zaman yavaşladı. Güneş bulutların arasından yüzünü gösterdi, Duru’nun saçlarına sıcaklığı değdi. Duru, bir düğümü gevşetti. “Oh!” dedi Balpeteği sevinçle. “Biraz daha!” Taktak, dalın başka bir yerini hassasça tıkladı. Leyla ipi bir an havaya kaldırdı Pofuduk kuyruğu aşağı çekti karıncalar “bir, iki, çek!” diye ritim tuttular. Çıtırtı dikenlerin arasından yeni bir yol açtı. Gözlük, “Sol, sol,” diyerek Duru’ya yön gösterdi. Tosba, altta sabırla bekledi ve küçük bir taşı ayağıyla kenara itti, Duru’nun kaymaması için iyi bir basamak yaptı.
Son düğüm kalmıştı. Bu düğüm, uçurtmanın gövdesine en sıkı bağlanan düğümdü. Duru, derin bir nefes aldı. “Yapabiliriz,” dedi. “Birlikteyiz.” Kızıl, “Üçte çekiyoruz,” diye fısıldadı. “Bir… iki… üç!” Duru düğümü çözerken Leyla nazikçe ipi bıraktı, Pofuduk son kez zıpladı, Taktak tık diye son pürüzü aldı, karıncalar bütün güçleriyle geri çekildi.
Ve o an, sanki görünmez bir kapı açıldı. Rüzgâr bir kahkaha gibi “Whoooş!” diye içlerinden geçti. Yapraklar fısıldadı, papatyaların tohumları havalanıp dans ederek göğe çıktı, dere yüzeyinde minik minik dalgalar oluştu. Duru’nun saçları uçuştu, Balpeteği havada küçük halkalar çizerek sevindi. “Rüzgâr geri döndü!” diye bağıra bağıra zıpladı Pofuduk.

Rüzgâr, Duru’nun etrafında bir tur döndü ve kulağına, su gibi berrak bir sesle konuştu: “Teşekkür ederim, Duru. Beni özgür bıraktınız. Siz birbirinize güvenmeyi bildiniz. Her canlının işini önemsediniz. Bu orman artık daha mutlu.” Sonra rüzgâr, Duru’nun avucuna bir tüy bıraktı. Tüy, sanki görünmezmiş gibi hafifti ama dokununca sıcak hissediliyordu. “Bu tüy,” dedi rüzgâr, “kalbini hatırlatır. Dilimizi bugün duyuyor olsan da, yarın kelimeler susabilir. Ama kalbiyle dinleyen, her zaman anlar.”
Ormanda bir şölen başladı. Su yüzeyinde Kayık yuvarlanıp kahkaha attı, kurbağa koro olarak şarkı söyledi. Balpeteği, yakınlardaki mor çiçeklerin yerini arkadaşlarına anlattı dans ederken “sekiz” çiziyordu. Karıncalar, evlerine sırayla dönerken taşıdıkları tohumların, toprağa karışınca yeni bitkilere dönüşeceğini birbirlerine anlattılar. Taktak, taze rüzgârda ağaçların içindeki uğultuyu dinledi, “Ağaçlar nefes aldı,” dedi. Gözlük, “Gece olunca yine konuşuruz,” diye göz kırptı. Leyla, uzun kanatlarını açıp köyün üzerinden bir tur attı. “Havalar soğuyunca sıcak ülkelere uçacağız,” dedi. “Ama her bahar geri döneriz. Evimiz burasıdır.”
Duru, bir süre kıpırdamadan durdu. Çevresindeki her ses daha güzel geliyordu. “Ben de evime bir hediye götürmek istiyorum,” dedi. Kızıl, bir ağacın altından düşmüş taze bir palamut buldu ve Duru’ya verdi. “Dik onu,” dedi. “Büyüsün, gölge olsun, kuşlara yuva olsun.” Duru, palamudu köy yolundaki küçük bir boşluğa dikkatle yerleştirdi, üstünü yumuşak toprakla örttü ve matarasıyla suladı. “Büyü, küçük tohum,” dedi. “Ben de büyürken seni görmeye geleceğim.”

Gün, altın sarısı bir battaniye gibi ormanın üzerine serilirken, hayvanlar Duru’ya sarıldı. “Ne zaman istersen gel,” dedi Pofuduk. Balpeteği kulağının yanında bir tur atıp vızıldadı: “Çiçeklerin sırlarını paylaşırız.” Taktak gagasıyla selam verdi, Gözlük başını eğdi. Çıtırtı, Duru’nun ayakkabısına başını dokundurup “Görüşürüz,” dedi. Leyla, uzun gagasıyla minik bir takırdama çıkararak “Güle güle,” dedi.
Köye döndüğünde ay yine gökyüzüne tırmanıyordu. Duru, kapısının önünde durup avucundaki tüyü üfledi. Tüy hafifçe titredi. Ateşböceği bir an göründü ve üç kere parladı. Duru, o gece yatağına yattığında, hayvanların sesleri artık kelimelerle değildi ama kalbi doluydu. Rüzgâr perdeleri usul usul kımıldattı, palamudun yanında toprağın içindeki minik canların hışırtısı sanki bir ninni oldu.
Ertesi sabah, Duru kalktığında hayvanların dili yine kendi şarkılarına dönmüştü. Fakat Duru, bir serçenin “cik cik”inde merakı, bir kurbağanın “vırak”ında neşeyi, bir kedinin “miyav”ında merhabayı duyabiliyordu. Bahçede küçük bir tabela yaptı: “Bu ev doğayı sever,” yazdı. Sonra palamudun toprağını kontrol etti, hafifçe suladı. Okula giderken yolda gördüğü çöpleri aldı, “Rüzgâr bir daha takılmasın,” diye düşündü.

O günden sonra Duru, ormana her gittiğinde dostlarına uğradı. Bazen Balpeteği’ni çiçeklerle dans ederken izledi, bazen Gözlük’le yıldızlara bakıp hikâyeler uydurdu. Kızıl ona iz sürmeyi öğretti toprağın üzerindeki minik ayak izlerinden bir kirpinin hangi yöne gittiğini buldular. Karıncaların yeni yuvasını rahatsız etmemek için büyük adımlarla yanından geçtiler. Taktak’ın tıkırtıları, Duru’nun kalbinde bir saat gibi ritim tuttu: sabırla, düzenle.
Ve her defasında rüzgâr, saçlarını okşayıp fısıldadı: “Hatırla, birlikte olunca güçlüsünüz.” Orman artık sadece ağaç ve yaprak değildi Duru için orası dostların yaşadığı bir evdi. Güneş yeniden portakal dilimi gibi battığında, köyün üstünde pembe bulutlar yüzerken, Duru gülümsedi. İçinden, “Ne güzel bir dünya,” diye geçirdi. Ve dünya da sanki fısıldadı: “Sen iyi baktıkça, ben de güzelleşirim.”
Masal böylece bitti, ama Duru’nun ormandaki maceraları bitmedi. Çünkü her gün yeni bir yaprak açıyor, yeni bir kuş şarkı söylüyor, yeni bir tohum rüzgârla dans ediyordu. Duru kalbinde taşıdığı tüyü hatırladıkça, hayvanların dili bir kez daha melodilere dönüşüyor ve dünya, küçük bir çocuk gülümsediğinde daha parlak oluyordu. Mutlu son.

Arkadaşlarınla Paylaş