

Bir varmış, bir yokmuş… Çok uzaklarda, yemyeşil ağaçlarla çevrili küçük bir köyde, minik ve meraklı bir kız çocuğu yaşarmış. Adı Leyla imiş. Leyla, her sabah kuş cıvıltıları eşliğinde uyanır, penceresinden dışarı bakıp yeni maceralar düşünürmüş. O sabah, güneş ışınları odasının duvarlarında dans ederken, Leyla’nın kalbinde de yeni bir heyecan kıpırdayacakmış.
Bir gün, Leyla ormanda yürüyüşe çıkmış. Yol boyunca rengarenk çiçeklerden, cıvıl cıvıl kelebeklerden oluşan bir halı gibi uzanan patikada adım atarken, aniden ufukta parıldayan bir ışık fark etmiş. Kendi kendine “Acaba bu nedir?” diye sormuş. Merakı onu o yöne doğru çekmiş. Işığa doğru ilerledikçe, içinde hiç görmediği, güzel renklerle ışıldayan küçük bir varlık belirmiş: Zar adında, minik ve sevimli bir dost. Zar, incecik kanatları, parıldayan gözleri ve güleryüzüyle adeta masallardan çıkmış gibiymiş.

İlk başlarda Leyla biraz ürkse de, Zar’ın sıcak ve sevgi dolu bakışları ona güven vermiş. Zar, Leyla’ya “Merhaba Leyla. Ben Zar. Seni uzun zamandır izliyordum. Senin gibi cesur ve iyi yürekli bir dostu bulmak istiyordum,” demiş. Leyla, şaşkınlık içinde kalmış ama kısa sürede gülümseyip, “Ben de seni görmekten çok mutluyum! Birlikte oynayalım, maceralar yaşayalım,” diye cevap vermiş.
Böylece Leyla ile Zar’ın dostluğu filizlenmeye başlamış. Her gün ormanda buluşur, birlikte yeni şeyler keşfeder, ormanın güzelliklerini birbirlerine anlatırlarmış. Bir gün, Leyla ve Zar, derin bir çiçek bahçesine varmışlar. Orada mis gibi çiçek kokuları, dans eden kelebekler ve sevimli sincaplar onları karşılamış. Leyla, “Bak Zar, doğa ne kadar da güzel ve cömert! Her çiçek, her ağaç bizim en büyük hazine,” demiş. Zar ise kanatlarını çırparak, “Evet Leyla, doğanın bize sunduğu güzellikleri korumalıyız. Onun her zerresi yaşamın bir parçası,” diye cevap vermiş.

Bir gün, ormanda gezinirken Leyla ile Zar yağmurlu bir havada kaybolmuş gibi olmuşlar. Gökyüzü kararmış, rüzgar hışırtıları arasında ağaç dalları birbirine sarılırken Leyla biraz korkmuş. Zar, Leyla’nın elini nazikçe tutarak, “Korkma Leyla, ben buradayım. Birlikte bu yağmurlu günün üstesinden geleceğiz,” demiş. Zar’ın bu sözleri Leyla’ya güç vermiş. İkisi, küçük bir kulübenin sığınağına ulaşmışlar. Orada sıcak bir ateşin etrafında oturup, dışarıdaki fırtınayı izlediler. Leyla, “Bazen hayat bize zorlu günler sunsa da, dostlarımız yanındaysa her şeyin üstesinden gelebiliriz,” diye mırıldanmış. Zar da başını sallayarak, “Gerçek dostluk, en karanlık anlarımızda bile ışığımızı yitirmememizi sağlar,” demiş.
Fırtına dindikten sonra Leyla ve Zar, ormanın derinliklerinde uzaklardan gelen hafif bir müzik sesi duymuşlar. Meraklarına yenik düşen ikili, müziğin kaynağını aramaya başlamış. Yürüdükçe, karşılarına eski bir köprü çıkmış. Bu köprü, nehrin üzerinden geçmiş zamanlardan kalma gizemli bir yapıymış. Köprünün üzerinde, yaşlı ve bilge bir kaplumbağa bekliyormuş. Kaplumbağa gülümseyerek, “Hoş geldiniz sevgili dostlar. Ben Meraklı Kaplumbağa. Görünüşe göre, sizler de ormanın sırrını çözmeye geldiniz,” demiş. Leyla ve Zar, kaplumbağanın anlattığı eski bir efsaneye kulak vermişler. Efsaneye göre, ormanın derinliklerinde gizli bir bahçe varmış. Bu bahçede, dostluğu simgeleyen bir çiçek yetişirmiş. Bu çiçeği bulan herkes, ömür boyu mutluluk ve huzur bulurmuş.

Leyla’nın gözleri parlamış, “Gel Zar, bu bahçeyi bulalım! Hem eğleniriz hem de güzel bir sırrı gün yüzüne çıkarırız,” demiş neşeyle. Zar da hemen kabul etmiş. İkili, kaplumbağanın yol tarifini takip ederek, ormanın içine doğru yol almışlar. Yol boyunca, birbirlerine destek olup, aşmaları gereken küçük engelleri birlikte aşmışlar. Bir sepet dolusu meyveyle, pınarın serin sularında dinlendikten sonra, nihayet ışıl ışıl parlayan gizli bahçeye ulaşmışlar.
Bahçeye girdiğinde, Leyla’nın ve Zar’ın gözleri inanılmaz bir manzarayla karşılaşmış. Rengarenk çiçekler, uğuldayan minik kuşlar, ahenkle dans eden yapraklar ve en güzel çiçek… Efsane çiçek, diğerlerinden ayrılarak ortada, altın sarısı yaprakları ve inci gibi parlayan taçyapraklarıyla göze çarpmış. Leyla heyecanla çiçeğe doğru koşarken, Zar da kanatlarını sevgiyle çırpmış. Leyla, “Bu çiçek bize dostluğun ne kadar değerli olduğunu hatırlatıyor. Ne zaman zorlukla karşılaşırsak, birbirimiz için var olmalıyız,” demiş.

O günden sonra Leyla ve Zar’ın maceraları sadece ormanda değil, köyde de konuşulur olmuş. Köy halkı, Leyla’nın cesareti ve Zar’ın bilgeliğinden ilham alarak, doğayı ve birbirlerini korumanın önemine inanmışlar. Küçük Leyla, artık yalnızca bir kız çocuğu değil sevgiyi, dostluğu ve umudu temsil eden bir kahraman olmuş. Zar ise tüm ormanın ve köyün nazik bekçisi haline gelmiş, insanlara ve hayvanlara yardım elini uzatmayı yaşamının en güzel amacı olarak benimsemiş.

Günler akıp giderken Leyla ve Zar, birlikte öğrendiği dersleri çevresindekilerle paylaşmışlar. Ormandaki her canlı, onların bu masalsı dostluğunu konuşur olmuş. Çocuklar, Leyla’nın maceralarını dinleyip, her biri kendi kalplerinde küçük dostluk tohumları ekeceklermiş. Her sabah uyanan Leyla, Zar’ın maceralarını hatırlayıp bir yandan yeni maceralar planlarken, akşamları Zar’ın anlattığı efsaneler eşliğinde uykuya dalarmış.

Bir ilkbahar sabahı, Leyla ve Zar birlikte ormanda yürürken, Leyla birden durup etrafına bakmış. “Bak Zar, orman daha önce hiç bu kadar canlı görünmemiş! Her yer neşeli, hayvanlar birbirine oyunlar oynuyor…” demiş. Zar da, “Doğa bizim en eski dostumuzdur Leyla. Ne kadar nazik ve sevgi dolu davranırsak, o da bize karşılık verir,” diyerek Leyla’yı tebrik etmiş. Onların bu içten sohbeti, doğa ile insan arasındaki sevgi ve karşılıklı anlayışın en güzel örneğiymiş.

Günler, mevsimler değiştikçe Leyla ve Zar’ın dostluğu da büyümüş, köyde ve ormanda her şey daha da güzelleşmiş. Her bir canlı, onların hikayesinden ilham alarak, birbirine yardım etmeyi, doğayı korumayı ve en önemlisi, kalplerindeki sevgiyi paylaşmayı öğrenmiş. Leyla’nın cesareti, Zar’ın bilgeliği, ormanın sessiz fısıltıları ve eski kaplumbağanın anlattığı efsane, hepsi birlikte unutulmaz bir masal oluşturmuş.

Ve işte, Leyla ile Zar’ın dostluğu, sonsuzluğa doğru yelken açarken, her biri kendi içindeki masalın kahramanı olarak yaşamaya devam etmiş. Bu masal, çocukların hayal gücünü beslemiş, onlara dostluğun, cesaretin ve sevginin her zorluğu yenebileceğini anlatmış. Gökkuşağı gibi renkli ve umutla dolu bu dostluk, her zaman mutlu sonla bitmiş çünkü gerçek dostluk ne zaman var olursa, karanlık da aydınlığa dönüşürmüş.

Masal burada sona ererken, küçük dinleyiciler umudunu yitirmemeyi, her zaman sevdiklerine sımsıkı sarılmayı ve dünyada etrafa yaydıkları sevgiyle büyümeyi hatırlasınlar. Leyla ile Zar, her daim kalplerde yaşamaya devam eden bir ışık olmuşlar. Ve onlar, sonsuza dek mutlu yaşamışlar.
Arkadaşlarınla Paylaş