En Güzel Hikayeler En Güzel Masal & Hikayeler Hepsi Tek Bir Sayfada

Can ve Ela’nın Gülen Orman’daki Neşe Dolu Macerası

  • Masallar
  • Eklenme Tarihi: 14 Kasım 2023
  • Güncelleme Tarihi: 01 Kasım 2025
Güneş Çiy ve Kahkaha Can ile Ela’nın Keşif Günü - Masal
Güneş Çiy ve Kahkaha Can ile Ela’nın Keşif Günü - Masal - Masal Oku - Hikaye Oku

Güneş, pencereden içeri sapsarı çizgilerle süzülürken, Can ile Ela yataklarından fırlayıp gülüştüler. Can, her zamanki gibi “Bugün ne keşfedeceğiz?” diye sordu. Ela, küçük çizim defterini kucaklayıp “Belki bir bulutun altına saklanan bir sırrı!” dedi. İkisi de aynı mahallede, aynı sokakta oynayan iki arkadaştı. Can soru sormayı çok sever, Ela ise gördüğü her şeyi çizerek saklardı. İkisi bir araya geldiğinde, sıradan bir gün bile maceraya dönüşürdü.
O sabah evlerinin önündeki incir ağacının gölgesinde, minik mavi bir kelebek dans eder gibi kanat çırpıyordu. Kelebek, bir görünüp bir kayboluyor, sanki “Beni takip edin!” der gibi kıvrak döngüler çiziyordu. Can ile Ela, “Hadi!” deyip kelebekle birlikte bahçenin arka tarafına koştular. Kelebek, ağacın kökleri arasında gizlenmiş, gümüşi tokalı küçücük bir kutunun üstüne kondu. Kutunun kapağında kıvırcık harflerle “Merak edenlerin kutusu” yazıyordu. Can, içinden “Acaba bilmece mi var?” diye fısıldadı. Ela dikkatle kapağı açtı. İçinden sarı bir pusula, küçük bir cam kavanoz ve kenarları renkli bir harita çıktı. Haritanın köşesine yazılmış tek bir cümle vardı: “Can ve Ela’nın Serüveni Başlıyor.”

Ela’nın gözleri parladı. “Serüven!” dedi. Can hemen yanlarına küçük bir çanta hazırladı. İçine su dolu bir matara, ikişer kırmızı elma, minik bir büyüteç, bir de Ela’nın defteriyle kalemini koydular. Pusulayı birbirlerinin avcuna sırayla koyup çevirdiler. Can, “Pusula kuzeyi gösterir, yani ‘N’ harfi,” dedi. Ela, “O zaman güneş sabah doğudan doğar, akşam batıdan batar,” diye ekledi. Sanki ikisi de küçük birer kâşifti. Haritadaki çizgiler basit ve neşeliydi: kalp şekilli bir orman, mavi mavi kıvrılan bir dere, gülümseyen bir tepe. Haritanın tam ortasında gülen bir ağacın resmi vardı. Altına “Gülen Orman’ın kalbine girmek için üç neşe damlası gerekli: bir çiy damlası, bir güneş ışığı, bir kahkaha,” diye yazılmıştı.
Yola çıkmadan önce Can, kapıda bekleyen annesine “Parkta oynuyoruz, öğleden önce döneriz,” diye seslendi. Anneleri gülümseyip “Dikkatli olun, birbirinizi bırakmayın,” dedi. Can ile Ela, pusulanın gösterdiği yöne doğru, ilk adımlarını atarken kalplerinde bir kıpırtı hissettiler. Yol, önce taşlıydı. Taşların arasında minicik sarı çiçekler açmıştı. Ela, bir tanesini defterine hızla karaladı. “Böylesine küçük ama bu kadar canlı bir sarı!” dedi. Can, “Sarı, tıpkı güneş gibi,” diye mırıldandı. Az ileride rüzgâr, yaprakları çıtırdatıyor, kuşlar cik cik öterek onlara sanki şarkı söylüyordu.

Güneş Çiy ve Kahkaha Can ile Ela’nın Keşif Günü - Masal - 3

Gülen Orman’ın eşiğinde, dikenleri pıtı pıtı titreyen kahverengi bir kirpiyle karşılaştılar. Kirpininki kadar küçük bir ses duyuldu: “Pıtır ben! Pıtır Pıtır Pıtır!” Can, kirpinin bir çalıya takılmış eski bir plastik bardağın içinde kaldığını fark etti. Bardak hiç de oraya ait değildi. Ela, dikkatlice bardağı çıkardı. “İşte, özgürsün, Pıtır!” dedi. Kirpi şapır şapır minik burnunu kıpırdattı. “Ne tatlısınız! Lütfen çöplerinizi doğaya bırakmayın. Orman temiz kalınca biz de güleriz,” dedi. Can ile Ela başlarını salladı. “Söz veriyoruz,” dediler. Can, “Bugün ormana bir de neşe getireceğiz,” diye ekledi. Pıtır, yaprakların arasından bir yol gösterdi. “Çiy damlasını ormanın gölgesinde, çiyin en sabahı koktuğu yerde bulursunuz,” dedi.
Gölgeye vardıklarında çimenler minik parlak boncuklarla bezenmiş gibiydi. “Bunlar çiy damlaları,” dedi Ela, parmağını dikkatle uzatıp sonra geri çekti. “Dokunursam yok olabilir.” Can, büyüteciyle bir yaprağın ucundaki damla küresini inceledi. “Sanki küçük bir dünya gibi,” dedi. Ela cam kavanozu açtı. Oracıkta duran bir salyangoz “Sakın üflemeyin, çiy uçup gider,” diye uyardı. Ela, yaprağın ucundaki damlayı kavanozun ağzına yaklaştırdı. Can, usulca yaprağın altını destekledi. Damla, pıt diye kavanoza düştü ve içini parıltıyla doldurdu. İkisi birden “Birinci neşe: çiy!” diye fısıldadılar. Kavanozun kapağını kapatınca damlanın ışığı sanki buza konmuş güneş gibi parladı.

Haritadaki ikinci işaret mavi kıvrılan bir çizgiydi. Dereye varmak için meşe ağaçlarının altından geçtiler. Yolda, mantarların şapkasında uyuyan bir uğur böceği, gövdeleri çizgili olan böcekler, tırtıllar gördüler. Ela, “Hepsinin evi burası,” dedi. Can, “Biz de misafir gibi sessiz olalım,” diye ekledi. Derede su, minik gümüş pullar gibi parlayarak akıyordu. Akıntının üzerindeki taşlar sanki bir oyun dizmişti: büyük, küçük, büyük, küçük… Can elini Ela’ya uzattı. “Birlikte sayalım,” dedi. “Bir… iki… üç…” Taşları adım adım geçerken dengelerini korumak için birbirlerinin gözlerine baktılar. Gümüş parlak bir balık yüzeye sıçradı. “Ben Gümüş!” dedi. “Güneşi suda nasıl yakalayacağınızı biliyor musunuz?” Can güldü. “Güneş yakalanır mı?” Balık kuyruğunu kıvırdı. “Kalbinizle yakalayabilirsiniz. Ya da küçük bir ayna ile.”
Ela, çantadan minik bir el aynası çıkardı. Ayna, suya düşen güneş ışığını kavanozun içine yansıttı. Bir an için kavanozun duvarlarında altın çizgiler dans etti. Can, “Güneş ışığını yakalamak gibi,” dedi. Gümüş, “Güneş ışığı, suya vurunca gümüş gibi parlar,” diye şakladı. İkinci neşe, kavanozda çiy damlasının yanı başında ışıldarken ikisinin de yüzü aydınlandı. “İkinci neşe: güneş ışığı!” diye fısıldadılar.

Harita, üçüncü işaret olarak gülen bir tepenin üzerine küçük bir zil resmi çizmişti. Tepeye doğru yürürlerken arıların vız vız şarkısı onları karşıladı. Ela, “Arılar çiçeklerin tozunu taşır, buna polen derler,” diye hatırladı. Can, “O sayede meyveler, tohumlar olur,” dedi. İkisi de arılara yaklaşmadan, uzaktan izlediler. Çiçeklerin rengi gözlerini şenlendirdi: kırmızı gelincikler, mavi papatyalar, mor mor menekşeler… Yolun kenarında titrek kulaklı bir tavşan saklanıp onları merakla izliyordu. Can dizini büküp aynı hizaya geldi. “Merhaba, ben Can. Bu da Ela.” Tavşan çekinerek ortaya çıktı. “Ben Pofşin,” dedi. “Kahkahanız var mı? Bugün kalbim biraz sessiz.” Ela, “Biz kahkaha arıyoruz,” dedi. Pofşin başını yana eğdi. “Belki birlikte buluruz.”
“Bir bilmece!” dedi Can. “Söyleyeyim mi?” Ela göz kırptı. “Hadi!” Can başladı: “Benim bir kardeşim var, adı Tıp. Birlikte ne yaparız?” Pofşin kulaklarını oynattı. “Tıp tıp… Tıptıp!” Ela gülerek “Tıptıp!” diye tekrarladı. Pofşin kıkırdadı. Can bir tekerleme söyledi: “Küçük kuş, kuru dalda, kıkır kıkır kıkırdar da!” Pofşin, “Kıkır kıkır!” derken karnı titredi. Ela, kavanozun kapağını azıcık aralayıp minik bir zil çıkardı, zili nazikçe salladı. Pofşin’in kahkahası sanki zilin içine düşüp saklandı. “Üçüncü neşe: kahkaha,” dedi Can. Kavanozun içinde çiy damlasının pırıltısı, güneş ışığının çizgileri ve kahkahanın görünmeyen ama hissedilen coşkusu bir araya gelmişti.

Güneş Çiy ve Kahkaha Can ile Ela’nın Keşif Günü - Masal - 6

Tepeye vardıklarında gökyüzü pamuk pamuk bulutlarla doluydu. Bulutlardan biri gemi gibi, biri dondurma külahı, biri de uykulu bir kediye benziyordu. Tepedeki eski çınarın dalına konmuş bilge bir baykuş onları bekliyordu. “Hoş geldiniz,” dedi baykuş, sesi yumuşacık bir gece gibi. “Ben Müşfik. Gülen Orman’ın kapısını açmak herkese nasip olmaz.” Ela, “Üç neşeyi topladık,” dedi. Müşfik, “Harika! Ama önce bir şey öğrenin,” diye göz kırptı. “Güneş nereden doğar?” Can, “Doğudan,” dedi. “Peki şimdi gölgeler nerede?” Ela, çantasındaki deftere baktı, güneşin yerini çizdi. “Önümüzde!” Müşfik başıyla onayladı. “Demek öğlene yaklaşıyoruz. Zamanı anlamak, yolu bulmanın yarısıdır. Unutmayın: Kuzey, güney, doğu, batı yönleri bilmek sizi her yere götürür.”
Müşfik onları çınarın kovuğunun yanındaki kocaman, gülümseyen bir kabuğa götürdü. Kabuğun üzerinde üç minik oyuk vardı. “Neşelerinizi yerlerine bırakın,” dedi. Ela, çiy damlasını en soldaki oyuğa damlattı. Can, güneş ışığını ortadaki oyukta parlatıp bıraktı. Ela, zili son oyuğun yanında sessizce çaldı. Aynı anda tepenin altında bir titreme oldu. Toprağın içinden incecik bir fidan, sonra fidanın etrafında rengârenk çiçekler, sonra göğe uzanan bir gövde belirdi. Müşfik’in gözleri parladı. “Neşe ağacı yeniden doğuyor!” dedi. Ağacın yaprakları rüzgârda şırıl şırıl gülüşler gibi çıngırdadı. Gökyüzünde bir gökkuşağı belirdi: kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert ve mor. “Yedi renk,” dedi Ela, tek tek sayarak. Can, “Hepsi yerli yerinde,” diye gülümsedi.

Ormanın içinden kuşlar, sincaplar, kelebekler, Pıtır kirpi ve Pofşin tavşan çıktı hepsi ağacın etrafında halkalandı. Gümüş balık bile dereyi takip edip yakına kadar gelmiş, suyun kenarından başını uzatmıştı. Müşfik, “Neşeyi getirdiğiniz için hepimiz teşekkür ederiz,” dedi. “Neşe, paylaşınca çoğalır. Siz de birbirinize tutunarak, merak ederek ve sevgiyle hareket ederek bunu gösterdiniz.” Ela’nın gözleri doldu ama gülümsemesi hiç sönmedi. Can, “Biz de çok şey öğrendik,” dedi. “Doğayı temiz tutmanın, yönleri bilmenin, birlikte düşünmenin önemli olduğunu.” Müşfik ince bir dal parçasına minik bir yıldız bağlayıp onlara uzattı. “Bu, yola çıktığınızda kalbinizin pusulası olsun,” dedi. “Bazen harita olmaz, bazen bulutlar güneşi saklar ama kalbinizdeki yıldız size doğruyu gösterir.”
Güneş yavaşça batıya eğilirken, Can ile Ela evin yolunu tutmaya karar verdiler. Müşfik, “Akşam olmadan evde olmak iyidir,” dedi. Pıtır, “Yine gelin!” diye seslendi. Pofşin, “Bir sonraki kahkahayı sakın unutmayın,” dedi. Gümüş suya dalıp kuyruğuyla kocaman bir kalp çizdi. Harita, sırt çantasında hafif hafif ısındı. Ela defterine o gün gördüklerini çizdi: çiy damlası, güneşin suya düşüşü, Pıtır’ın minik burnu, Pofşin’in titrek kulakları, Müşfik’in bilge gözleri ve tabii ki gökkuşağı. Can, defterin yan sayfasına “Bugün: neşe, dostluk, merak” diye yazdı.

Mahallelerine vardıklarında, fırından taze simit kokusu yükseliyordu. Anneleri kapıda onları bekliyordu. “Geldiniz!” dedi. “Hadi, anlatın bakalım.” Can ile Ela bir ağızdan anlatmaya başladılar. Kelebekten, kutudan, haritadan, pusuladan ve Gülen Orman’dan söz ettiler. Anneleri dikkatle dinledi, sonra gülümsedi. “Ne güzel bir gün olmuş,” dedi. “Peki siz ne öğrendiniz?” Ela, “Küçük bir damla bile dünyayı parlatır,” dedi. Can, “Birlikte olunca zor yollar bile kolaylaşır,” diye ekledi. Annesi onlara birer bardak ılık süt verdi. “Ve söz verdiniz,” dedi, “doğayı temiz tutmak için.” Can ile Ela başlarını sallayıp, “Söz,” dediler.
Akşam olduğunda, gökyüzünde ilk yıldızlar görünmeye başladı. Pusulayı komodinin üstüne, haritayı da odanın duvarına astılar. Kavanozu pencerenin önüne koydular. İçindeki çiy damlası sanki hâlâ sabahın serinliğini saklıyordu, güneş ışığı minik bir çizgi olarak kıpırdıyordu, kahkahanın sıcaklığı ise odanın havasına karışmıştı. Can, yastığına başını koyup “Yeni serüvenler için hazır mıyız?” diye fısıldadı. Ela, “Serüven hiç bitmez,” dedi. “Her gün yeni bir şey öğreniriz.”

Güneş Çiy ve Kahkaha Can ile Ela’nın Keşif Günü - Masal - 9

Uyku onları tatlı tatlı kucaklarken, rüzgâr pencerenin perdesini hafifçe dalgalandırdı. Rüzgâr, sanki Müşfik’in sesiyle fısıldadı: “Neşeyi koruyun, paylaşın, gülmeyi unutmayın.” Can’ın rüyasında Gülen Orman’ın ağacı daha da büyüyordu. Yapraklarının her biri bir çocuğun gülüşüne benziyordu. Ela’nın rüyasında ise haritaya yeni çizgiler ekleniyor, okyanuslar, yıldızlar, ay ışığıyla aydınlanan yollar beliriyordu.
Ertesi sabah, güneş yine doğudan doğdu. Kuşlar yine cik cik öttü. Can ile Ela, pencereden dışarı bakıp, içleri kıpır kıpır, kalpleri hafif, gözlerinde merak ışığı ile yeni güne “Merhaba!” dediler. Çünkü biliyorlardı ki, “Can ve Ela’nın Serüveni Başlıyor” cümlesi, yalnızca bir haritada yazılı bir söz değildi. O cümle, merak ettikleri her taşın altında, dinledikleri her kuş şarkısında, yardım ettikleri her dostta ve paylaştıkları her kahkahada saklıydı. Ve her gün, minik adımlarla, sevgiyle, dikkatle, doğaya saygıyla atılan adımların hepsi, başka bir güzel sona doğru gidiyordu.

O günden sonra mahallede yürürken bir çöp görseler, birlikte alıp çöpe attılar. Yolda karşılaştıkları yaşlı amcaya “Günaydın!” demeyi, üzgün görünen bir arkadaşlarına “Gel, beraber oynayalım,” demeyi ihmal etmediler. Yağmur yağdığında pencereden damlaların ritmini dinlediler yağmur geçince gökkuşağını bulmak için göğe baktılar. Yönleri anlamak için güneşin yerini kontrol ettiler, haritalar çizip, “Kuzey burada,” diye işaretlediler. Böylece küçük kalplerinde büyüyen neşe ağacı, yaşadıkları her yerde dallarını uzattı.
Ve işte, serüven böyle başladı, böyle sürdü. Mutluluk, paylaşılan ekmek gibi bölündükçe çoğaldı. Merak, rüzgâr gibi onları yeni yollara götürdü. Sevgi, en karanlık patikaları bile aydınlattı. Can ile Ela, her akşam aynı yıldızın altında “Bugün de güzeldi,” diyerek uykuya daldı. Orman, dere, tepe… hepsi onların gülüşlerini hatırlayıp sakin sakin gülümsedi. Ve her yeni sabah, dünyaya bir cümle daha fısıldandı: “Serüven, kalbini açınca başlar.”