

Pırıltıköy’de her sabah güneş pırıl pırıl doğar, gölün üstünde minik baloncuklar zıplar, kuşlar da “Günaydın!” diye cıvıldardı. Bu köyde herkesin en sevdiği şeylerden biri, soru sormaktı. “Neden?” demeyi bilenlerin yüzünde ayrı bir parıltı olurdu. En çok “Neden?” diyenler ise 6 yaşındaki Elif ile en yakın arkadaşı Mert’ti. İkisi birlikte yürürken, gölgelerinin bile merakla öne doğru eğildiğini söylerlerdi.
Bir de Cıvıl vardı: avuç içi kadar, gözleri LED gibi ışıldayan küçük bir robot. Cıvıl, Bilge Nine’nin atölyesinde eski oyuncaklardan, şişe kapaklarından, bir de güneşten enerji içebilen minik bir kalpten yapılmıştı. Cıvıl gülünce göğsünde minik bir güneş doğar gibi olur, “Cıvıl cıvıl!” diye öterdi.
O gün Pırıltıköy çok heyecanlıydı çünkü “Bilimin ve Teknolojinin Işığı Şenliği” vardı. Meydanın ortasına kurulan büyük Gülüş Çarkı, güneş enerjisiyle dönüyor, döndükçe herkesin kahkahasını yakalayıp havaya kar gibi saçıyordu. Kaldırımlarda rüzgarla dönen renkli pervaneler, küçük masalarda mercekler, mıknatıslarla yapılan köprüler, kâğıt roketler, hepsi hazırdı. Elif ile Mert, kendi masalarında geri dönüşümden yaptıkları küçük bir rüzgar türbini ve şeffaf bir şişe içinde kat kat taş, kum ve kömür parçacıklarından yaptıkları su filtresini sergileyeceklerdi.

Ama sabah uyandıklarında, gölün üstünden kalkan kalın bir sis Pırıltıköy’ün üzerine örtü gibi yayılmıştı. Güneş görünmüyor, Gülüş Çarkı kıpırdamıyordu. Kuşlar bile yolunu şaşırmış, “Cik? Cik?” diye fısıldıyordu. Belediye başkanı telaşla meydana geldi: “Şenliğin ışıkları sönük! Ne yapacağız?” dedi.
Elif, “Önce sorular!” dedi. “Sorular, çözüm yolculuğumuzun pusulasıdır.” Cıvıl da cıvıldadı: “Pusula! Pusula!” Mert hemen defterini çıkardı. “Neden sis var? Nasıl dağılır? Güneş görmeden enerji nasıl toplanır? Başka enerji kaynaklarını nasıl kullanırız?”
Bilge Nine, beyaz saçlarına takılı renkli kalemleriyle gülümseyerek yanlarına geldi. “Harika sorular,” dedi. “Bilim, önce gözlemle başlar. Bakın, hissedin, ölçün. Sonra fikir kurun, deneyin, ölçün, yeniden deneyin.”

Elif ile Mert, atölyeden birkaç basit alet aldı. Boş bir yoğurt bardağı, plastik pipet, karton ve dört küçük kağıt bardakla bir rüzgar ölçer yaptılar. Dönerse rüzgar var, dönmezse yok. Üflediler, biraz döndü, sonra durdu. “Az rüzgar,” dedi Mert. Havanın nemli olup olmadığını anlamak için, Bilge Nine onlara mavi bir kağıt verdi. “Bu kağıt çok ıslak havada rengi değişir.” Kağıdı havaya tuttular, kısa sürede koyulaştı. “Çok nem var,” dedi Elif. “Sis, gölden yükselen su buharının soğuk havada minik damlacıklara dönüşmüş hali. Damla damla havada asılı kalmışlar.”
Cıvıl bir an titredi. “Enerjim azalıyor,” dedi, sesinde bir pıtırtı. Sis, güneş ışığını Cıvıl’a yeterince ulaştıramıyordu. Elif üzülmedi gözlerinde çözüm kıvılcımları yanıyordu. “Tamam,” dedi. “Önce, güneş panellerini temizleyelim. Damlacıklar ve tozlar ışığı sevmez. Sonra aynalarla ışığı toplayalım. Rüzgar yoksa, biraz rüzgar yapalım.”
Meydandaki panellerin üstü gerçekten de polen ve tozla kirlenmişti. “Gece çiçek perileri dans ederken polen döktüler galiba,” diye şakalaştı Mert. Eldivenlerini taktılar, yumuşak bezler ve suyla panelleri dikkatlice sildiler. Bilge Nine uyardı: “Güneşe çıplak gözle bakmak yok, mercekle yaklaştırmayın, dikkat!” Elif ile Mert başlarını salladı. Temizlik bitince Cıvıl’ı panelin yanına koydular. Bilge Nine’nin atölyesinden getirdikleri parlak folyodan yaptıkları iki küçük ayna ile ışığı panelin üzerine yönlendirdiler. “Açı, açı!” diye cıvıldadı Cıvıl. Elif aynayı eğip bükerek en parlak yeri buldu. Cıvıl’ın gözleri biraz daha parladı.

Ama sis kalındı, Gülüş Çarkı hâlâ dönmüyordu. “Başka kaynaklar!” diye bağırdı Mert. “Bacak gücü!” Bisikletlerini getirdiler, tekerleğe küçük bir dinamoyu dayadılar. Cıvıl’ın içinden çıkan kabloyu dinamoya bağladılar. Mert pedallara bastı, Elif aynaları ayarladı, Cıvıl güçlendi. “Cıvıl cıvıl!” Şimdi Gülüş Çarkı biraz kıpırdadı, ama bütün şenliği döndürecek kadar değildi.
Elif etrafa baktı. “Herkesten yardım isteyelim.” Belediye başkanı megafonla duyurdu: “Pırıltıköy! Bilim ve teknoloji paylaşınca güzeldir! Evlerinizdeki küçük güneş lambalarını, el fenerlerini, yedek pil ve dinamoları getirin!” Kısa sürede meydan küçük yıldızlarla doldu. Herkes getirdiğini gönülle paylaştı. Bilge Nine kabloları güvenle bağladı, bağlantıları kontrol etti. “Güvenlik birinci kural,” dedi. Cıvıl da kabloların üzerine küçük kalp etiketleri yapıştırdı.
Meydandaki büyük vantilatörlere dinamolar bağladılar. Birkaç kişi sırayla pedalları çevirdi. Vantilatörler çalıştı, sis ince ince kıpırdanmaya başladı. “Hareket ediyor!” diye sevinçle bağırdı Mert. Elif akıllı telefonunda pusula uygulamasına bakıp “Rüzgarı doğru yöne üfleyelim,” dedi. Vantilatörleri panellere doğru çevirdiler. Aynaları da yeniden ayarladılar. Bilge Nine, “Işık açıyla gelir, doğru açıyla daha çok enerji yakalarız,” diye anlattı. Mert denedi, gerçekten panel daha çok parladı.

Bu arada, Elif ile Mert’in masasına bir kuyruk oluştu. Çocuklar su filtresini merak ediyordu. Elif gülümseyerek anlattı: “Bakın, suyu önce tül gibi ince bir bezden süzüyoruz. İlk kat taşlar, büyük parçaları tutuyor. Sonra kum, daha küçüğünü yakalıyor. En sonda kömür parçaları kötü kokuları saklıyor. Suyu böylece temizliyoruz ama yine de içmeden önce kaynatmak şart. Çünkü bazı görünmez mikroplar filtreyi geçebilir.” Küçük bir piknik ocağında suyu kaynattılar. Cıvıl suyun içinden çıkan minik kabarcıkları görünce alkışlar gibi ışıldadı.
Birden Elif’in aklına başka bir fikir geldi. “Sis çok ıslak. Eğer yere yakın bir yerde büyük, siyah bir kumaş serersek, güneşten gelen azıcık ısı bile kumaşı ısıtır, yükselen sıcak hava sisin ağırlaşan kısmını hafifçe kaldırabilir.” Belediye başkanı depodan siyah brandalar getirdi. Parkın çimlerine dikkatlice serdiler. Üzerine basmadılar, kenarlarına küçük taşlar koyup sabitlediler. Bir süre sonra brandanın üzerinde titrek sıcak hava dalgaları oluştu. Vantilatörlerle birlikte bu da sisin hareketini hızlandırdı.
Meydandaki saat kuleciği hafifçe “ding” dedi. Zaman akıyordu. Ama Pırıltıköy’ün insanları pes etmiyordu. Her yeni fikir, yeni bir denemeydi. Mert bir kâğıt uçak yaptı, üzerine minik bir ip bağlayıp uçurdu. Uçak sisin içinde kayboldu, sonra daha açık bir yerden çıktı. “Orada sis daha ince!” diye bağırdı. Vantilatörleri o yöne çevirdiler, aynaları da oraya doğrulttular.

Cıvıl, “Veri topluyoruuum!” diye şarkı söylemeye başladı. Gözlerinden çıkan çizgilerle küçük bir harita yansıttı hangi yerde ne kadar ışık vardı, nerede sis daha yoğundu, renklerle gösterdi. “Teknoloji, bilgiyi görünür yapabilir,” dedi Bilge Nine. “Ama bilgiyi iyi kullanmak için kalbimizin pusulasını da açmalıyız.”
Tam o sırada bir çocuk, elinde bozuk bir drone ile geldi. “Uçamıyor,” dedi. “Tamir edelim mi?” Mert, “Hemen şimdi olmaz, ama sonra atölyede birlikte yapalım,” dedi. Elif ekledi: “Ve kurallara uyarız. Drone’u insanların üstünde uçurmamak gerek. Güvenlik önemli.” Çocuk başını salladı, gülümsedi. Cıvıl “Güvenlik, kurallar, paylaşım!” diye tekerleme yaptı.
Zaman ilerledikçe güneş biraz yükseldi, sis incelmeye başladı. Güneş, aynalardan sıçrayarak panellerin üzerine yağdı. Gülüş Çarkı “gırç gırç” diye bir sesle harekete geçti. Bir iki tur, sonra üç, sonra beş… Çark döndükçe, sabahın erken saatlerinde kaydedilen kuş cıvıltıları ve çocuk kahkahaları havaya serpile serpile herkesi gülümsetti.

Elif ve Mert oturup derin bir nefes aldılar ama iş bitmemişti. Elif, “Tek bir çözüm bazen yetmez. Birkaç çözümü birlikte kullanmak daha iyi,” dedi. “Tıpkı su filtresi, kaynatma, aynalar, rüzgar, pedallar…” Bilge Nine parmağını kaldırdı. “İşte bilimin güzelliği budur. Deneriz, ölçeriz, değiştiririz. ‘Hipotez’ dediğimiz, aklımızda kurduğumuz ‘Belki böyledir’ cümlesini sınarız. Şaşırırsak yeni cümle kurarız.”
Öğleden sonra sis neredeyse tamamen dağıldı. Güneş Pırıltıköy’ün üzerine limonata gibi serin bir sıcaklık döktü. Gülüş Çarkı şimdi hızla dönüyor, müzik çalıyordu. Çocuklar merceklerle yaprakların damarlarını inceliyor, mıknatısla kâğıt klipsleri hareket ettiriyor, kartondan yaptıkları teleskopla uzak tepedeki keçilerin zıplayışını izliyordu. Elif, “Bilim sadece laboratuvarda değil, her yerde!” diye fısıldadı. Mert, “Teknoloji de öyle. Aletlerimiz, fikirlerimizi gerçeğe taşımak için var,” dedi.
Günün sonuna doğru, Bilge Nine çocukları topladı. “Bir deney daha,” dedi. “Güneş fırını.” Karton kutunun içini alüminyum folyo ile kapladılar, üstüne şeffaf bir kapak yaptılar, içine çikolatalı bir sandviç koydular. Kutuyu güneşe çevirdiler. Bir süre sonra çikolata yumuşadı, ekmek ısındı. Hep birlikte minik lokmalar alarak paylaştılar. “Güneş, sadece ışık değil, aynı zamanda enerji,” dedi Bilge Nine. “Doğayı kırmadan, ona teşekkür ederek kullanabiliriz.”

Akşamüstü Pırıltıköy’ün göl kıyısında bir sürpriz vardı. Cıvıl, gün boyu topladığı enerjiyi saklamıştı. Göğsündeki minik güneş bir anda büyüdü, renkli ışıklar gökyüzüne yükseldi. Işıklar, atom gibi küçük noktacıklar oluşturdu, sonra bir ağaca dönüştü, sonra bir kalbe… Bir yanda ateşböcekleri de dansa katıldı. “Vay canına!” diye bağırdı çocuklar. Büyükler de gözlerine inanamıyordu. İnsanın yaptığı teknoloji, doğanın ışıklarıyla el ele tutuşmuştu.
Belediye başkanı, “Bugün bilim ve teknoloji bize şenliğimizi geri verdi,” dedi. “Ama aslında en çok siz verdiniz: merakınız, sorularınız, sabrınız, paylaşmanız.” Elif ve Mert birbirlerine baktı. “Bir de ekip,” dedi Mert. “Tek başımıza yapamazdık.” Elif gülümsedi. “Bilim, birlikte daha güzel.”
Gecenin sonunda herkes evine dönerken, Elif gökyüzüne baktı. “Neden yıldızlar göz kırpar?” diye sordu. Mert, “Hava dalgaları ışığı dans ettirir,” dedi. Bilge Nine, “Yarın bunu da deneylerle gösteririz,” diye fısıldadı. Cıvıl, “Yarın yeni sorulaaar!” diye tekerleme yaptı. Gülüştüler.

Elif yatağına uzandığında günün görüntüleri aklına geldi: sisin dansı, aynaların parıltısı, pedalların ritmi, suyun kabarcıkları, güneş fırınının sıcaklığı, Cıvıl’ın ışıkları. İçinden bir ses, “Bilim, ‘Neden?’ demektir. Teknoloji, ‘Nasıl yaparız?’ demektir. İkisi birlikte, ‘Haydi deneyelim!’ demektir,” dedi. Kafasını yastığa koydu, gözleri kapandı. Rüyasında, Merak Ormanı’nda yürürken ağaçların yapraklarında “Sor,” “Dene,” “Paylaş,” “Koru” yazdığını gördü.
Ertesi gün, Pırıltıköy’de yeni bir pano asıldı: “Bilimin kuralları: 1) Merak et. 2) Gözlem yap. 3) Mantıklı bir tahmin kur. 4) Deney yap ve ölç. 5) Gerekirse yeniden dene. 6) Güvenliğe dikkat et. 7) Paylaş ve doğayı koru.” Panonun kenarına Cıvıl küçük bir kalp çizdi. Elif kalbin içine “Sevgi” yazdı. Mert ise bir ampul çizip altına “Fikir” yazdı. Ampul ile kalp yan yana durdu ışık ve sevgi, tıpkı güneş ile ateşböceği gibi, aynı gökyüzünde parladı.

Ve Pırıltıköy’de herkes anladı ki: Bilim ve teknoloji, sihirli değnekler değil ama merakla, sabırla, sevgiyle ve birlikte olunca dünyayı aydınlatan gerçek birer ışık. O günden sonra her şenlikte sadece eğlenmediler, aynı zamanda bir şeyler öğrendiler, bir şeyler denediler, bir şeyler paylaştılar. Göl daha berrak, güneş daha sıcak, kahkahalar daha boldu. Cıvıl cıvıl bir mutluluk, Pırıltıköy’ün üstünde Büyük Gülüş Çarkı gibi dönüp durdu.
Ve masal burada mutlu bir sonla bitmedi aslında çünkü her “Neden?” yeni bir başlangıçtı. Ama yine de söyleyelim: Elif, Mert ve Cıvıl, merakın rehberliğinde, bilimin ve teknolojinin ışığında, uzun yıllar boyunca aydınlık günlerle mutlu yaşadılar. Çünkü onlar biliyordu: En güzel sihir, öğrenmek ve paylaşmaktı.

Arkadaşlarınla Paylaş